10 Ocak 2021 Pazar

Dinsel ideoloji ve gönüllü kulluk nasıl olur ?

Tanrılara önce “bilen özne” yetisi yüklenmişti. Sonra, ilerde “her şeyi bilen” oldukları ileri sürülecekti. En sonunda, insanların “bilen özne” olma nitelikleri ellerinden alınıp tanrılara sunulduğu için, insanlar bilen öznelikten bilmeyen kulluğa düşürülünce, her şeyi bilen sanal öznelerin, gerçek insan öznelerin üstüne çıkarılıp (onları yaratan ve yönetenler sayılarak) “aşkınözneleştirme” düşünsel/inançsal işlemi tanrıların kafada yaratılmasıyla tamamlandı.

Haydi biraz siyaset felsefesi yapalım. Siyaset yapmak ne kadar iyidir bilemem ama siyasetin felsefesi hiç fena değil. Hafta sonu kitapçıda gözüme bir kitap takıldı ve hemen aldım: Etienne de La Boetie’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”. Aslında, üniversite yıllarında okumuştum bu kitabı. Ancak çok iyi okumamışım, onu anladım bu kez. Son yıllarda beni en çok doyuran kitaplardan birisi oldu. Kitap bittiğinde gerçekten güzel bir yemek ziyafetinden kalkmış ancak epeyce yorgun hissettim kendimi. 


Kitap sadece 45 sayfa. Tabi bir o kadar da M.A. Ağaoğulları’nın zenginleştirici yorumları var. Kitabın hikayesi de ilginç. 16. yüzyılda (1550’lerde) yazılmış. Yazar, Montaigne’nin yakın arkadaşı. Kitap yaklaşık 450 yıldır okunuyor ve her dönem popüler olmuş. Siyaset üzerine konuşmak için okumak gerek bence. Ne ilginç! 45 sayfalık bir kitap yazıyorsunuz ve 450 yıldır okunuyor, 1550 yıllarında yazdıklarınız bugünü açıklayabiliyor. Ne yüce bir şey! Kitabın ilgimi çekmesi son dönemlerde kafamı kurcalayan konulardan birisine, başlığıyla, birden ışık çakması oldu sanırım. Size de öneririm.

“Kul” aslında dinsel bir kavram.Türkçe Sözlüğe göre, “Tanrıya göre insan” demek. Bir diğer anlamı da “köle”. Burada kulluk konusu din bağlamında tartışılmayacaktır. O, bir inanç konusu. Biz burada toplumsal yaşamda bir insanın ya da insanların bir başka insana kulluk yapmasını, üstelik bunu arzulayarak, isteyerek yapmasını, yapmalarını anlamaya çalışacağız. Dolayısıyla, kul ya da kulluk kavramı burada dinsel anlamda kullanılmamaktadır.Kulluk, kölelik yapmaktır. Kul,toplumsal anlamda kendi iradesi olmayan, sürünün bir parçası, özgürlüğünü teslim etmiş, istenen-söylenen her şeyi düşünmeden yapan, boyun eğen, sorgusuz itaat eden, kişiliğini yitirmiş, kendisini sahibinin malı olarak gören dolayısıyla sahibinin kendisi üzerinde her türlü hakkı olmasını onaylayan ve üstelik tüm bunlardan hoşlanan kişi demektir. Yani, epeyce ağır anlamları var. Burada sıralanan kulluk-kölelik anlamlarını sanırım olumlayanımız yoktur. Bunlar yaşadığımız çağda insan denilen varlığı tanımlamada kullanılamayacak kadar incitici özellikler çünkü. Evet, soru şu: İnsanlar toplumsal yaşamda ülke yöneticisi konumundaki “tek adama” ya da herhangi bir siyasal iktidara neden kulluk ederler? Üstelik bunu niye isteyerek, arzulayarak yaparlar?

Aslında toplumsal yaşamda kulluk kavramı ortaçağa özgü bir durum daha çok. Gerçi Mısır, Mezopotamya uygarlıklarına kadar da götürülebilir istenirse. Kral, imparator ya da padişah o ülkenin, bütün malının mülkünün ve tabi insanların da sahibidir. Benim halkım, benim insanlarım, benim ülkem, benim vezirim gibi söylemler tam da bu sahiplik durumundan kaynaklanır ve tam olarak ortaçağ jargonudur. Kral, padişah genelde dinsel gücün de temsilcisidir. Yani, onlar kendilerine kutsallık da yüklemişlerdir. Kulluk ilişkisinde bunun da etkisi var tabi.

Ancak konu ortaçağda yaşanmış bitmiş değil. Modern toplumlarda da, günümüzde demokrasi ile yönetildiği söylenen toplumlarda dahi modern kulluk durumu var. Özellikle, otoriter-totaliter yapılı toplumlarda “tek adam” yönetimini onaylayan, isteyen, yapılanları benimseyen, savunan, hatta onun için canını verebilecek, kulluk yapan milyonlarca insan bulunur. Hitler gibi tarihe malolmuş, milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş bir diktatörü seçimle işbaşına getiren, onun her sözünü canını vererek yerine getiren milyonlarca insanın durumu buna örnek değil midir? Oysa kulluk yapmaya başladığımız an köleyizdir ve kölelik açıkça dünyanın en kötü şeylerinden birisidir. Hayvanların dahi doğada yakalandıkları anda nasıl kıvrandıklarını, kaçmaya kurtulmaya çalıştıklarını, kafeslerin içinde dönüp durduklarını düşünürsek, özgürlüğün neredeyse türsel doğal bir özellik gibi olduğu ortadayken, insanın özgürlüğünü kendi eliyle, isteyerek bir başka insana teslim etmesi anlaşılır bir şey değildir. Özgürlük bir kayboldu mu bütün kötülükler arkasından gelir çünkü. Özgür olmayan bir insan, insanlıktan çıkmış demektir.
Peki, o halde, insanlar bir insana neden gönüllü kulluk ederler?

Aldatılmak bir neden. Aldanmak yani. Tamam.Korku, bir başka neden. Ancak korku, şiddet bunu tam açıklayamıyor. “Tek adam”dan bir kişi, bin kişi yüzbin kişi korksun; ancak milyonların korktuğu için itaat ettiğini, kulluk ettiğini düşünmek yeterince açıklayıcı değil. Üstelik korkulan, itaat edilen kişinin de, yazarın dediği gibi, iki gözü, iki kulağı ayağı vb. var. Yani, bizden farklı değil. O zaman korku belli bir dereceye kadar gönüllü kulluğun nedeni olabilir. Tümüyle değil. Bir diğer neden gelenek-göreneklerdir. Tarihinde kulluk geleneği güçlü biçimde varolan, bunu çağdaşlaşma sürecinde aşamamış toplumlar kulluğu modern zamanlarda da sürdürme eğiliminde olabiliyorlar. Bildiğim kadarıyla örneğin, “Devlet baba” kavramı sadece bizde var.

Yozlaşma, yani doğal özelliğini yitirip değişme, bozulma, bazı insani özelliklerini kaybetme, örneğinden özgürlüğünden vazgeçme bir insana kulluk etmenin bir başka nedeni.

Gönüllü kullukta bir diğer neden, insanın rahatına düşkün olması, boş şeylerle uğraşması, zevk ve eğlenceyi yaşamın başlıca amacı haline getirmesi olsa gerek.
Ağzına iki parmak bal çalınarak cezb edilmiş bir halk da kulluk etmeye başlayabilir. Güvence, mal mülk edinme rahatlığı uğruna kul olma yani. Ya da kuru biçimde, aldatıcı biçimde pohpohlanan, yüceltilen halk bu kulluğu gönüllüce yapabilir, kendini teslim edebilir.Tek adam”ın ayrıcalık, çıkar sağladığı altındaki kişiler de bu kulluğu halka benimsetmeye çalışırlar ve bunda başarılı olabilirler. Bir de bu alt grubun her bir üyesi kendini, kendi çapında tek adam gibi görürler ve tek adamlık ideolojisini üretirler. Bu tek adamlık ideolojisi öylesine ürer ki toplumda, bir baba dahi ailede kendini öyle görmeye başlar. Dolayısıyla tek adamlık ideolojisi o ülkede kabul edilebilir (meşru) hale gelir. Halkın, sürdürdüğü yaşamın dışında başka bir yaşamın, daha iyi yaşamın varlığından haberdar olmaması, bilmemesi de kulluk sürecini besler.

>Gönüllü kullukta “tek adam”ın konuşması, dili de çok etkili olur. Sürekli ve aynı kavramları değiştirip söyleyerek halkın zihnine işler. Halk artık o kavramlarla düşünmeye başlar ve gönüllü kulluk oluşur.Siyasal iktidara bağlı sözde aydınlar da gönüllü kulluğun yaratılmasında toplum üzerinde son derece etkilidir. Toplum bu sayede kulluğunu özgürlük olarak algılamaya başlar ve bunu gönüllü yapar. Algı yönetimini de unutmamak gerek.Topluma kabul ettirilen kurallar bir süre sonra onların alışkanlığına dönüşür ve bu gönüllü kulluğun kaynaklarından birisi olur. İktidarların hileleri, kurnazlıkları da gönüllü kulluk da iş görür tabi. Bunun için eğitim kullanılır bolca. Din ve kutsal kavramlar da kullanılır mutlaka gönüllü kulluk oluşturmada.Peki, La Boetie’ye göre çıkış yolu ne? Bir toplumu gönüllü kulluktan, bu ergin olamama halinden kurtarmanın yolu var mı? Okuma ve bilimle güçlendirilmiş akıl diyor. Toplumun bilim ve akılla buluşturulması, bilim ve akılla davranmasının sağlanması. Kolay değil tabi, farkındayım. Ancak çare, o. Ve düşünce, bilgi üreten, bunları topluma ileten bağımsız aydınların rol alması, onların can alıcı rolü kurtarıcı olabilir diyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder