16 Ocak 2021 Cumartesi

Antik Roma’nın İlk Kralları







İtalya’da Roma şehir devleti yerleşik bir merkez edinmeye başlıyordu. İlk forum bu dönemde inşa edildi. Roma’nın ikinci kralı Numa Pompilius’un [ MÖ 716-674] başlıca Roma rahipliklerini ve bir takvimi tesis ettiğine inanılır. Roma’nın üçüncü kralı Tullus Hostilius [ MÖ 673-642] selefi Numa Pompilius’a göre askeri konulara daha yatkındı ve komşu Alba Longa’ya karşı bu şehrin nihai olarak yıkılmasına ve nüfusunun Roma’ya göç ettirilerek ilk büyük Roma genişlemesine yol açan savaşı başlattı. 

Dördüncü kral Ancus Marcius [MÖ 641-617], Roma topraklarını deniz kıyısına doğru genişletti ve Tiber Nehrinin ağzında Roma’nın büyük limanı Ostia’yı kurdu. Yerine geçen Tarquinius Priscus [MÖ 616-578] Roma’nın beşinci kralı ve şehrin en büyük hükümdarlarından biriydi. Etrüsk kökenli olması erken Roma döneminde yüksek Etrüsk etkisinin bir işaretidir. 







Tarquinius Priscus , merkezi italya’da hâkimiyet kurmak için Roma’yla mücadele eden Sahinler , Latinler ve Etrüskler karşısında bir dizi zafer kazandı. Roma’da halk oyunlarını başlattığı da söylenir.


Roma Krallığı dönemi 
Roma Krallığı Antik Roma döneminde Roma şehri ve topraklarının monarşi ile yönetildiği dönemdir. Efsaneye göre Roma’yı Romulus ve Remus kardeşler kurmuştur ki Roma ismi de buradan gelmektedir. Eski çağ tarihçileri, Roma krallığının başlangıcı olarak M.Ö. 753 tarihini verirler. Etrüskler, üzerinde egemenlik kurdukları Latin köylerini birleştirip Roma kentini kurarken yerli halkı kentin kurulmasında zorla çalıştırmışlar. Bu durum iki toplumun arasını açmıştır. Latin halk zamanla güçlenen aristokratları, bir bucuk yüzyıl sonra ayaklanarak M.Ö. 509 yılında Etrüsk kralını kovmuşlar ve Roma Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır.




Halk meclisi

Romada halk bu dönemde üç sınıfa ayrılmaktadır.

Patricius

Romada aynı soydan gelen ya da geldiklerini kabul eden ve bu nedenle aynı soy adını taşıyan kişilerin oluşturdukları ailelere gens denilmekteydi gensler toplumsal ekonomik ve dini açıdan bağımsız bireylerdi. Gens mensuplarına gentilis ya da patricius denilirdi.



Pleb

O zamanın toplumunda ikinci dereceden bir yerleri olduğu genelde kabul edilmektedir. Plebler siyasal haklarından yararlanamıyorlar devletin yüksek kademelerinde görev alamıyorlar pleblerin özel hukuk alanında da bazı hakları kısıtlanmıştı. Örneğin bunlar patricius kızları ile evlenemezlerdi.

Client

Ekonomik yönden patriciuslara bağlı onlara tabi olan kişilerdi. Clientler patriciusların hizmetinde çalışırlar ve onların himayesinden yararlanırlardı. Krallığın sonlarına doğruda pleblerin sınıfına yükseldiler.

Senato (Senatus)

Yaşlılar kuruludur. Ancak patricius lar senatus uyesi olabilirlerdi kral tarafından seçilen üyelerin başlangıçta 100 olan sayısı giderek artmıştır. Kralın danışma kurulu olan senatus, onun çağrısı ile toplanırdı önemli olaylarda kralın senatusun görüşünü alması bir gelenekti.



Toplumsal sınıflar


Roma toplumunun cumhuriyet döneminde ve daha sonra ki dönemlerde şu sınıflardan oluştuğunu görüyoruz.



1: Köleler
2: Sığıntılar (vatandaşlık hakkı olmayanlar)
3: Vatandaşlar
Vatandaşlarda kendi aralarında iki sınıfa ayrılır
1: particiler (aristokratlar)
2: plebler (avam halkı)

Kıyafetleri

Dört köşe ve beyaz bir yün kuma sol omuzdan sağ omuza doğru inmekte ve sonra sol omuzdan çıkmaktaydı
Bu ilk roma pelerinin basit bir göstergesiydi sağ kolu serbest sol kolu ise pelerinin altında kalırdı bellerinde ise sadece ketenden sarılmış kemer görevinde bez bulunurdu.
Roma Cumhuriyeti Antik Roma medeniyetinin cumhuriyet ile yönetildiği dönemdir. MÖ 509 yılı civarında monarşinin kaldırılmasıyla başlamıştır. Cumhuriyet dönemi 500 yıla yakın bir süre devam etmiştir. Roma Cumhuriyeti’nin tam olarak ne zaman Roma İmparatorluğu‘na dönüştüğü yoruma göre değişir. Tarihçiler bu dönüşümün gerçekleştiği dönemi belirleyen olaylar olarak Jül Sezar’ın MÖ 44’te daimi diktatör seçilmesini, Aktium Savaşı’nı (2 Eylül MÖ 31) ve Roma Senatosu’nun 27 Ocak MÖ 27’de Augustus’a olağandışı yetkiler vermesini gösterirler.



Ne var ki o dönemde Roma vatandaşları cumuriyetin kalktığının farkında değillerdi. Julio-Claudian hanedanına mensup ilk imparatorlar cumhuriyetin her ne kadar ellerindeki olağandışı yetkilerin güvencesi altında olsa da hâlâ varolduğunu ve günün birinde eski haline kavuşacağını savunuyorlardı. Roma MS 3. yüzyıla kadar ismen cumhuriyet olarak kaldı.

Cumhuriyetin Kuruluşu

Krallara karşı isyanın tarihi olarak MÖ 509 yılı kabul edilir. Bu tartışmaya açık bir konudur. Ulusal gururdan kaynaklanan sebeplerle Romalıları özgürlüklerini Atina’dan önce kazanmış gibi göstermek için Romalı tarihçilerin cumhuriyetin tarihinde değişiklikler yapmış olmaları mümkündür.
İlk konsüller kralın baş rahiplik dışındaki görevlerini devraldılar. Baş rahiplik görevi için Romalılar bir Rex sacrorum “kutsal işlerin kralı”nı seçiyorlardı. Rex sacrorum Senato üyesi olamıyordu. Cumhuriyetin son günlerine kadar nüfuz sahibi bir kimseyi “Rex” yani “Kral” olmayı istemekle suçlamak o kişinin kariyeri açısından tehlikeli bir iddiaydı. (Jül Sezar’ın suikastçileri monarşinin yeniden inşaasını engelledikleri iddiasındaydılar.)
Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti’nin Augustus liderliğinde M.Ö. 1.yy.’da yeniden örgütlenmesiyle kurulan antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçü’yle başlayan karışıklıklardan sonra M.S 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı kısmı (Batı Roma İmparatorluğu) 476 yılında Kavimler Göçü’nde Avrupa’ya gelen Kuzey Kavimlerinin saldırıları sonucunda yıkılmış, doğu kısmı da varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu olarak 1453’de Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u feth etmesine kadar sürdürmüştür.
“Roma İmparatorluğu” ünlü Latince Imperium Romanum’un Türkçe’sidir. Bu deyişte imperium sözcüğü bir bölge, vilayet anlamında kullanılmaktadır. Roma İmparatorluğu dünyanın Romalıların egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km2 büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin “klasik antikite” dönemindeki en geniş imparatorluğuydu.

Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu’nun yayılımı:
Kırmızı – M.Ö. 133
Turuncu – M.Ö. 44 (Cumhuriyetçi generallarin zaferlerinden sonra)
Sarı – M.S. 14 (Augustus’un ölümü)
Yeşil – 117 (en geniş dönemi)



Augustus’un otokrasisinden yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası’nı aşmış, önemli rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus’un reformları Roma devletini bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye dönüştürmüştür. Her ne kadar Diokletian’ın sunduğu politik sistem kısa bir süre boyunca varlığını korusa da, imparatorluğun ikiye bölünmesine yol açmıştır. Bu da Roma’nın egemenliğinin iki yüzyıl daha boyunca, Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak sürdürmesine olanak sağlamıştır.
Batı İmparatorluğunun geleneksel çöküş tarihi 4 Eylül 476’dır. Yaklaşık binyıl sonra, 1453’te, daha çok Bizans İmparatorluğu olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu Osmanlıların egemenliğine geçmiştir. Augustus’tan Batı imparatorluğunun çöküşüne kadar Roma Batı Avrasya’da egemen olmuş, nüfusun yarısını barındırmıştır.

Roma İmparatorluğu’nun gelişimi

Geleneksel olarak tarihçiler imparatorluğu Principatus ve Dominatus olarak iki döneme ayırırlar. Principatus Augustus’un iktidara gelmesinden Üçüncü Yüzyıl Krizi’ne kadarki dönemi, Dominatus ise Diocletianus’tan batı imparatorluğunun yıkılışına kadarki dönemi kapsar. Bu ayrıma göre Principate (Latince “birinci vatandaş anlamına gelen princeps kelimesinden gelir) döneminde mutlakıyetin gerçekleri resmî olarak cumhuriyetçi yapının ardında saklanırken Dominate (Latince “sahip” ya da “efendi” anlamına gelen dominus kelimesinden gelir) döneminde altın taçlar ve ihtişamlı imparatorluk törenleriyle açıkça gözler önüne serilmiştir. Daha yakın dönemlerde tarihçiler aradaki farkın daha ince olduğuna karar vermişlerdir. Bazı tarihi yapılar bin yıldan uzun süre devam ederek Doğu Roma dönemine kadar sürmüş ve emperyal ihtişamın görüntüsü imparatorluğun ilk günlerinden itibaren yaygın olmuştur.

İlk imparator






Roma’nın ilk imparatorunun kim olduğuna dair kesin bir yanıt vermek mümkün değildir. Tamamen teknik açıdan bakıldığında net olarak bir “ilk imparator”dan bahsetmek kolay değildir zira bu unvan Roma’nın anayasal sisteminde bulunan resmî bir konum değil farklı rollerin birleşmesinden oluşan bir pozisyondu.
Jül Sezar bir Dictator Perpetuus (yaşam boyu diktatör) idi. Bu Roma Cumhuriyeti’nde resmî bir pozisyon olan diktatörlüğün kural dışı bir biçimiydi. Yasalara göre normalde bir diktatörün yönetimi asla altı aydan fazla olmazdı. Bu yüzden Sezar tarafından oluşturulan diktatörlük biçimi Roma Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri ile oldukça çelişiyordu. Ancak ne kadar kural dışı olursa olsun resmî olarak yetkileri bu cumhuriyet unvanına dayanıyordu ve dolayısıyla da kendisi bir cumhuriyet yetkilisi olarak kabul edilir. Hiç değilse kendisi öyleymiş gibi davranıyordu. Aralarında birçoğu kendisi tarafından merhamet göstererek bağışlanmış eski düşmanlarının da bulunduğu bir dizi senatör Sezar’ın kendisini kral ilan edip bir monarşi kurmasından giderek endişe duymaya başlamışlardı. Bu yüzden Sezar’a suikast düzenlemek için bir komplo hazırlamışlar ve MÖ 44 yılının 15 Mart günü diktatör suikastçilerin bıçak darbeleriyle öldürülmüştür.
Sezar’ın siyasi vârisi, ablasının torunu olan Octavianus selefinin hatasında ders çıkarmış ve hiçbir zaman herkesin endişe ettiği diktatörlük unvanı için bir talepte bulunmayarak çok daha dikkatli bir biçimde iktidarını cumhuriyetçi yapıların ardında gizlemiştir. Bunun amacı cumhuriyetin onarıldığı hülyasını beslemekti. Octavianus kendisine Augustus (soylu, yükseltilmiş kişi) ve Princeps (“Roma Cumhuriyeti’nin birinci vatandaşı” ya da “Roma Senatosu’nun baş lideri” anlamında) gibi unvanlar edindi. Princeps devlete iyi hizmette bulunanlara verilen bir unvandı. Pompey de bu unvana sahipti.



Bunlara ilaveten Augustus’a meşe ve defne yaprağından yapılmış çelengi giyme hakkı da verilmişti. Ancak şunun altı çizilmeli ki bu unvanların ya da çelengin hiçbiri Augustus’a resmî olarak ilave güçler ya da otorite kazandırmıyordu. Resmî olarak kendisi yalnızca fazlasıyla değer verilen Roma vatandaşı bir konsüldü. Augustus, Marcus Aemilius Lepidus’un MÖ 13’te ölmesinin ardından Pontifex Maximus da oldu. Augustus bir dizi ilave, sıradışı gücü çok fazla unvan talebinde bulunmadan elinde topladı. Nihayetinde ihtiyacı olan şey unvanlar değil yetkinin kendisiydi.

Cumhuriyetten imparatorluğa: Augustus (MÖ 27 – MS 14):

Lorenzo A. Castro’nun 1672 yılında yaptığı Aktium Savaşı tablosu
Roma İmparatorluğu’nun Dünya haritası üzerindeki en geniş sınırları
Aktium Savaşı Marcus Antonius ve Kleopatra’nın yenilgisi sonuçlanmış ve her ikisi de savaşın ardından intihar etmişti. Octavianus, Kleopatra’nın oğlu ve eş-yönetici Caesarion’u öldürtmüştü. Ceasarion, muhtemelen Jül Sezar’ın tek oğluydu. Dolayısıyla Caesarion’u öldürerek Octavianus, Jül Sezar ile yakın kan bağı bulunan herhangi bir erkek rakip olasılığını da ortadan kaldırmış olmuştu. Roma’nın tek ve yegane yöneticisi olan Octavianus askerî, malî ve sayasi meselelerin tam kapsamlı bir onarımına girişti. Bu girişimler Roma dünyasını istikrara oturtmayı ve pasifize etmeyi, aynı zamanda da yeni rejimin kabul görmesini sağlamayı amaçlıyordu.
Octavianus’un Roma aleminin yöneticisi olmasının ardından Roma senatosu kendisine Augustus ismini verdi. Bu sırada ilk adı olarak imperator (Baş komutan) unvanını zaten kullanmaktaydı. Bu cumhuriyet döneminden beri kullanılan bir unvandı.
Sezar’ın evlatlık vârisi olan Augustus, Sezar adıyla çağrılmayı tercih etmişti. Sezar aile adının bir parçasıydı. Julio-Claudian yönetimi yaklaşık bir asır sürdü (MÖ 1. yüzyılın ortalarında Jül Sezar’ın iktidara gelmesinden MS 1. yüzyıl ortalarında imparator Nero’ya kadar). Flavius hanedanı döneminde ve Vespasianus ve oğulları Titus ve Domitianus’un hükümdarlığında Sezar kavramı fiiliyatta bir aile isminden resmî bir unvana dönüşmüştü. Çar, kayzer ve şah gibi bu unvanın türevleri bugüne kadar gelmiştir.
İç savaşlar yüzünden o güne kadar rastlanmamış sayılara ulaşan (50 civarında) Roma lejyonlarının sayısı 28’e düşürüldü. Özellikle içlerinde sadakatleri şüpheli olan bazı lejyonlar dağıtıldı. Bazıları Gemina (ikiz) unvanıyla birleştirildi. Ayrıca Augustus göürnüşte İtalya’da barışı muhafaza edebilmek için dokuz özel cohortes oluşturdu ve bunların en azından üçünü Roma’da konuşlandırdı. Bu cohortes sonradan Praetorian muhafızları olarak bilinen birimler haline geldi.
Octavianus otokrasi ve krallığın Romalıların yüzyıllardır tecrübe etmedikleri ve sakındıkları şeyler olduğunun farkındaydı. Octavianus bir tiran olarak görülmek istemiyordu ve anayasal cumhuriyet yanılgısını korumaya çalıştı. Roma Cumhuriyeti anayasasını hâlâ işlevselmiş gibi göstermeye çalıştı. Gaddar Lucius Cornelius Sulla gibi geçmişteki Roma diktatörleri bile Roma’yı asla bir, iki seneden fazla olmamak üzere kısa süreliğine yönetmişti (Jül Sezar haricinde). MÖ 27’de Octavianus resmen tüm tüm yetkilerini Roma senatosuna bırakmaya çalıştı. Dikkatlice kurgulanmış bir şekilde o sırada büyük bölümü kendi taraftarları olan senatörler bu teklifi teddettiler ve Roma cumhuriyeti ve halkının iyiliği için yetkileri elinde tutmaya devam etmesi için yalvardılar. Anlatılana göre Octavianus’un konsüllükten çekileceği önerisi Roma’daki plebler arasında isyanlara neden olmuştu. Senato ve Octavianus arasında “Birinci Uzlaşma” olarak bilinen bir anlaşma sağlandı. Bu anlaşma Augustus’u halkın otokratı olarak meşrulaştırdı ve bir tiran olarak görülmeyeceğini temin ederek Pax Romana olarak bilinen uzun dönemin başlangıcı oldu.
Octavianus eyaletlerin idaresini senatoyla paylaştı. Lejyonların büyük bölümünün konuşlandığı sınırlardaki huzursuzluk yaşanan eyaletler imparator tarafından seçilen imparatorluk legatusları tarafından yönetiliyordu. Bu eyaletler imparatorluk eyaletleri olarak sınıflandırılıyordu. Senato eyaletlerinin valileri ise senato tarafından seçiliyordu. Bu eyaletler genellikle huzurluydu. Africa senato eyaletinde yalnızca bir lejyon vardı.
Augustus’un İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki büstü



Augustus imparatorluk eyaletlerinden toplanan vergilerin kendisi tarafından seçilen ve yalnızca kendisine hesap veren kişilerin idaresindeki fiscusa gönderilmesini emretmişti. Senato eyaletlerinden toplanan vergilerin senatonun kontrolündeki aerariuma gönderilmesine devam edildi. Bu durum Augustus’u senatodan daha zengin hale getirdi. Lejyonerlerin maaşlarını daha rahat ödeyebilir hale gelen Augustus böylece askerlerin sürekli saadetini de sağlamış oldu. Bu durum son derece zengin olan ve aynı zamanda tüm imparatorluğun en önemli hububat tedarikçisi olan Mısır imparatorluk eyaleti ile garanti altına alınmıştı. Senatörlerin bu eyaleti ziyaret etmeleri bile yasaktı zira büyük ölçüde imparatora ait olduğu kabul ediliyordu.
Augustus MÖ 23 yılında konsüllükten feragat etti ancak consular imperium konumunu koruyarak “ikinci uzlaşma” olarak bilinen Augustus ve senato arasında ikinci bir anlaşmaya yolaçtı. Augustus’a tribunate (tribunicia potestas) yetkileri verildi (unvanın kendisi değil yalnızca yetkileri). Bu yetkilere göre senato ve halkı kendi isteğiyle toplayabiliyor, meclis ya da senatonun eylemlerini veto edebiliyor, seçimlere başkanlık edebiliyor ve tüm toplantılarda ilk konuşma hakkına sahip oluyordu. Ayrıca Augustus’un tribunate yetkileri içinde censuraya ait güçler de vardı. Buna göre genel ahlâkı teftiş edebiliyor, yasaları halkın çıkarına olduğunu garanti altına almak için tetkik edebiliyor, nüfus sayımı yaptırabiliyor ve senatodaki üyelikleri belirleyebiliyordu. Roma tarihinde hiçbir tribunate bu güçlere sahip olmamıştı ve Roma sisteminde tribunate ve censuranın güçlerini tek bir konumda toplandığı görülmemişti. Augustus hiçbir zaman cansura görevine seçilmemişti. Censura yetkilerinin kendisine tribunate yetkilerinin bir parçası olarak mı yoksa kendi kendisine mi bu sorumlulukları üstlendiği hâlâ bir tartışma konusudur.
Tüm bunlara ilaveten Augustus Roma şehrinin yegane yetkilisi ilan edildi. Evvelce praefectusların kontrolünde olan şehirdeki tüm askerî güçler artık Augustus’un emrindeydi. Ayrıca tüm prokonsüllerin üzerinde iktidar yetkisi verildi. Bu yetkiyle Augustus herhangi bir eyalete müdahele etme ve herhangi bir valinin kararlarnı geçersiz kılma hakkını elde ediyordu. Yine bu yetkiyle Augustus görünürde tüm Roma ordusunun lideri olduğundan başarılı bir generale zafer bahşedebilecek tek birey olmuştu.
Bu reformlar Roma cumhuriyeti geleneğine göre alışılmadık şeylerdi. Ancak senato artık Sezar’ı öldürme cesaretini gösteren cumhuriyetçi patricilerden oluşmuyordu. Bu senatörlerin büyük bölümü iç savaşlarda ölmüştü ve senatodaki muhafazakâr cumhuriyetçilerin Cato ve Cicero gibi liderleri çoktan ölmüşlerdi. Octavianus senatoyu süpheli unsurlardan temizlemiş ve kendi taraftarlarıyla doldurmuştu. Tüm bu işlemler sırasında senatonun ne kadar özgür olduğu ve perde arkasında ne tür anlaşmaların yapıldığı bilinmemektedir.
Tuna ve Elbe nehirleri boyunca imparatorluğun sınırlarını güvenlik altına almak amacıyla Octavianus İllirya, Moesia, Pannonia ve Germania’nın işgal edilmesini emretti. Başta her şey planlandığ gibi gittiyse de sonrası felaketle sonuçlandı. Ayaklanan İlliryalı kabileler bastırılmak zorunda kaldı ve Publius Quinctilius Varus komutasındaki üç lejyon pusuya düşürüldü ve MS 9 yılında Varus Savaşı’nda Arminius liderliğindeki Germen barbarlar tarafından yok edildiler. Tedbirli davranan Augustus Ren’in batısındaki tüm toprakları güvenlik altına aldı ve karşı baskınlarla kendini tatmin etti. Ren ve Tuna nehirleri Roma İmparatorluğu’nun kuzeydeki kalıcı sınırları haline geldi.

Kaynaklar

Augustus dönemi öncesindeki cumhuriyet dönemine oranla çok daha zayıf bir şekilde kaydedilmiştir. Bu dönemle ilgili önemli başlıca kaynaklar şunlardır:



  • Res Gestae Divi Augusti, Augustus’un fazlasıyla gayretkeş otobiyografisi,
  • Velleius Paterculus’un Historiae Romanae adlı kitabı Augustus döneminin yıllık olaylarını en iyi aktaran ancak deorganize bir çalışmadır,
  • Yaşlı Senca’nın Controversiae ve Suasoriae adlı kitapları.

Julio-Claudian Hanedanı (14-68)

Augustus’un kızı Julia’dan üç torunu vardı. Hiçbiri Augustus’un yerine geçebilecek kadar uzun yaşamadı. Dolayısıyla yerine karısı Livia’nın ilk evliliğinden olan üvey oğlu Tiberius geçti. Augustus Roma’nın en eski patrici ailesi olan Julius ailesinden geliyordu. Diğer tarafta Tiberius ise Julius ailesi kadar eski olmayan Claudius ailesinden geliyordu. Onların haleflerinin hepsi de Tiberius’un kardeşi Nero Claudius Drusus dolayısıyla Claudius ailesinden ve Augustus’un ilk evliliğinden olan kızı Yaşlı Julia (Caligula ve Nero) veya Augustus’un kızkardeşi Küçük Octavia (Claudius) vasıtasıyla Julius ailesindendi. Bu yüzden tarihçiler bu hanedandan “Julio-Claudian” adıyla bahseder.

Tiberius (14-37)

Tiberius’un yönetiminin ilk yılları huzurlu ve nisbeten tehlikesizdi. Roma’nın tüm gücünü güvence altına aldı ve hazineyi zenginleştirdi. Ancak çok geçmeden Tiberius’un salatanatına paranoya ve iftira hâkim oldu. 19 yılında birçok kimse tarafından yeğeni Germanicus’un ölümünden sorumlu tutuldu. 23 yılında oğlu Drusus öldü. Tiberius giderek kendi içine çekildi. Bir dizi ihanet davası ve idam başlattı. İktidarını muhafız komutanı Lucius Aelius Sejanus’a bıraktı. Kendisi 26 yılında Capri adasındaki villasında yaşamak üzere emekli oldu. Yönetimi bıraktığı Sejanus iştahla zulmetmeye devam etti. Sejanus 31 yılında Tiberius’un yanında eş konsül olarak ve imparatorun yeğeni Livilla ile evlenerek gücünü pekiştirdi. Bu noktada kendi kazdığı çukura düştü. O güne kadar kendi çıkarına kullandığı imparatorun paranoyası kendi aleyhine döndü. Aynı yıl Sejanus birçok yakınıyla birlikte idam edildi. Zulüm 37 yılında Tiberius’un ölümüne kadar sürdü.

Caligula (37-41)

Tiberius öldüğü sırada yerine geçebilecek kişilerin büyük bölümü gaddarca öldürülmüştü. Akla yatkın olan vâris (ve Tiberius’un kendi tercihi) küçük yeğeni Germanicus’un oğlu Gaius’du (daha bilinen adıyla “Caligula” ya da “ufak papuçlar”). Caligula zulme son verip amcasının kayıtlarını yakarak iyi bir başlangıç yaptı. Ancak ne yazık ki çok geçmeden hastalığa yakalandı. 37’nin sonlarında Caligula aklî dengesizlikler göstermeye başladı. Modern yorumcular hastalığının aklî dengesizliğe, hipertiroidi ve hatta sinir krizine (belki de Caligula’nın konumundan ötürü) yolaçan ensefalit olduğunu düşünmektedirler. Sebebi ne olursa olsun o noktada hükümdarlığında bariz bir değişim olmuş ve hayatını ele alanların kendisinin deli olduğunu düşünmelerine neden olmuştur.
Caligula’nın hayatıyla ilgili bilinenlerin çoğu Suetonius’un Oniki Sezar’ın hayatları adlı çalışmasında anlattıklarıdır. Suetonius’a göre Caligula bir keresinde en sevdiği atı Incitatus’u Roma senatosuna atamaya kalkmıştı. Deniz tanrısı Neptün ile savaşmaları için askerlerine Britanya’yı işgal etmelerini emretmiş ama son dakikada fikrini değiştirip Fransa’nın kuzeyinde deniz kabuğu toplatmıştı. Kız kardeşleriyle ensest ilişkilere girdiğine inanılmaktadır. Heykelinin Kudüs’deki tapınağa dikilmesini emretmişti. Eğer arkadaşı kral Herod tarafından bu fikrinden vazgeçirilmemiş olsa şüphesiz bir isyana sebep olacaktı. İnsanları gizlice öldürtüp, sonra da sarayına davet ederdi. Gelmediklerinde ise şaka yollu intihar etmiş olabileceklerini söylerdi. 41 yılında Caligula muhafız komutanı Cassius Charea tarafından öldürüldü. İmparatorluk ailesinden göreve gelebilecek tek kişi amcası Tiberius Claudius Drusus Nero Germanicus’du.



Claudius (41-54)

Claudius uzun süre ailenin geri kalanı tarafında zayıf ve aptal biri olarak görülmüştü. Oysa ne amcası Tiberius gibi paranoyak, ne de yeğeni Caligula gibi deliydi. Bu yüzden de imparatorluğu makul bir dirayetle yönetebilme becerisine sahipti. Bürokrasiyi iyileştirmiş ve vatandaşlık ve seanto tutanaklarını daha etkin hale getirmiştir. Ayrıca Britanya’nın işgaline ve kolonileştirilmesine devam etmiş (43) ve imparatorluğa doğuda yeni eyaletler katmıştır. Ostia’da Roma için kışlık bir liman inşa ettirmiş böylece kötü hava koşullarında imparatorluğun diğer kısımlarından hububatın gelmesi için bir yer sağlamıştır.
Kendi aile yaşantısında ise Claudius o kadar başarılı değildi. Karısı Messalina kendisini aldatıyordu. Claudius bunu öğrendiğinde Messalina’yı idam ettirdi ve yeğeni Genç Agrippina ile evlendi. Agrippina beraberindeki bir dizi azledilmişle birlikte Claudius’un üzerinde aşırı derecede bir nüfuz oluşturdular ve her ne kadar ölümüyle ilgili çelişkili anlatımlar olsa da Claudius’u 54 yılında karısının zehirlemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Claudius ertesi yıl tanrılaştırıldı. Claudius’un ölümü Agrippina’nın kendi oğlu 17 yaşındaki Luciuc Domitius Nero’nun önünü açmış oldu.

Nero (54-68)

Nero 54 yılında 68’e kadar iktidarda kaldı. Hükümdarlığı sırasında dikkatini daha fazla diplomasi, ticaret ve imparatorluğun kültürel sermayesinin arttırılmasına verdi. Tiyatroların inşa edilmesi için emirler verdi ve spor oyunlarını destekledi. Hükümdarlığı sırasında Partlara karşı başarılı bir savaş yürütüldü ve barış antlaşması yapıldı (58-63), Briton isyanı bastırıldı (60-61) ve Yunanistan ile kültürel bağlar geliştirildi. Ancak Nero bir tiran ve 64 yılında “Roma yanarken lir çalan imparator” olarak hatırlanır. Askeri bir darbe sonucunda Nero gizlenmek durumunda kaldı. Anlatılanlara göre Roma senatosu tarafından idam edilmesi söz konusu olunca 68 yılında intihar etti. Son sözleri “İçimde nasıl bir sanatçı ölüyor” idi.

Dört İmparator Yılı]

Nero’nun 68 yılında intihar etmek zorunda kalmasının ardından “dört imparator yılı” olarak bilinen kısa bir iç savaş (MÖ 31’de Antonius’un ölümünden beri yaşanan ilk iç savaş) yaşandı. 68’in Haziran ayı ile 69’un Aralık ayı arasında Roma Vespasianus’un Flavius Hanedanının ilk hükümdarı olarak başa geçişine kadar Galba, Otho ve Vitellius’un iktidara gelip gitmelerine tanık oldu. İç savaş Roma İmparatorluğu tarihinde döngüsel siyasi huzursuzluğun simgesi olmuştur. İç savaş nedeniyle yaşanan askerî ve siyasi anarşinin Batavia’daki isyan gibi çok ciddi sonuçları olmuştur.



Flavius Hanedanı (69-96)

Flavius Hanedanı kısa süreli bir hanedan olmakla birlikte düşkün duruma gelmiş bir imparatorluğa tekrardan istikrar getirmişti. Özellikle daha merkeziyetçi yönetimlerinden ötürü bu hanedandan gelen üç imparator da eleştirilmişse de 3. yüzyıla kadar varlığını sürdürebilecek kadar istikrarlı bir imparatorluk için gerekli reformları yapmışlardı. Öte yandan askerî kökenleri senato daha da marjinalleşmesine ve birinci princeps ya da vatandaştan imperator ya da imparatora doğru katî bir yönelime neden olmuştur.

Vespasianus (69-79)

Vespasianus Roma İmparatorluğu’nun doğusunun büyük bölümünün yönetiminden sorumlu son derece başarılı bir Roma generaliydi. Kendisi Galba’nın imparator olma talebini desteklemiş, Galba’nın ardından da tahtın en büyük müsabığı haline gelmiştir. Otho’nun intihar etmesinin ardından Vespasianus Roma’nın kışlık hububat tedarikçisi Mısır’ı kontrolü altına almayı başararak rakibi Vitellius’u yenebileceği güçlü bir konuma gelmişti. 20 Aralık 69 günü Vespasianus’un taraftarları Roma’yı işgal ettiler. Vitellius kendi askerleri tarafından öldürüldü ve ertesi gün altmış yaşındaki Vespasianus Senato tarafından imparator olarak onaylandı.
Muhalif senatörleri kovdu. Aynı zamanda Nero’nun eylemleri ve takip eden yıllardaki krizler nedeniyle 200’e düşen senatör sayısını 1.000’e çıkardı. Yeni senatörlerin çoğu Romalı değil, daha ziyade İtalya ve batı eyaletlerindeki şehir merkezlerindendi.
Roma’yı Nero’nun aşırı harcamaları ve iç savaşlar yüzünden oluşan malî yükten kurtardı. Bunu yapmak için yalnızca vergileri artırmadı aynı zamanda yeni vergiler de koydu. Ayrıca censura yetkileriyle tüm şehirlerin ve eyaletlerin malî yapılarını dikkatlice inceleme fırsatı buldu. Bu eyalet ve şehirlerin çoğu bir asırdan fazla zaman öncesine dayanan bilgi ve yapılandırmalara göre vergi vermekteydi. Bu sağlam malî politikalar vasıtasıyla hazineyi kâra geçirmeyi başardı ve bayındırlık işlerine girişti. Amphitheatrum Flavium’un (Kolezyum) yapım emrini ilk Vespasianus vermişti. Ayrıca bir forum ve ortasında da bir Huzur tapınağı inşa ettirmişti. İlave olarak sanata hatırı sayılır miktarda sübvansiyon ayırdı.
Vespasianus görev süresince eyaletlerde de etkin bir imparatordu. Hispania’ya ayrıca önem vermiş ve üç yüz kasaba ve şehire Latin hakları vermişti. Bu şekilde batı eyaletlerinde yeni bir şehirleşme dönemini teşvik etti. Senato’ya yaptığı ilavelerle senatoda eyaletlerin daha fazla nüfuz sahibi olmalarını sağladı ve bu sayede imparatorlukta birliği teşvik etti. İmparatorluğun sınırlarını da genişletti. Bu genişlemelerin çoğu Vespasianus’un başlıca hedeflerinden biri olan sınır savunmalarının güçlendirilmesi için yapılmıştı. 69 yılındaki kriz orduda düzensizliğe neden olmuştu. En belirgin sorunlardan biri eyalet leyonlarının eyaletlerinin isteklerini temsil ediyor olması gerekenlere sadakatiydi. Bunun başlıca nedeni destek birliklerinin askere kaydoldukları memleketlerinde konuşlandırılmış olmasıydı. Vespasianus bu uygulamayı değiştirdi. Destek birliklerini imparatorluğun diğer bölgelerinden adamlarla karıştırdı ya da birlikleri başka bölgelere gönderdi. Ayrıca yeni bir askerî darbe ihtimalini iyicene azaltmak için lejyonları sınır boyunca dağıttı. Belki de en önemli askerî reformu İtalya dışında Galya ve Hispania’dan da, bu bölgelerin Romanizayonu ile paralel olarak lejyoner toplamasıydı.

Titus (79-81)

Vespasianus’un büyük oğlu Titus hükümdar olmak üzere hazırlanmıştı. Babasının yanında başarılı bir general olarak hizmet vermiş, doğunun güvenlik altına alınmasına yardımcı olmuş ve sonunda Suriye ve Yahudiye’deki Roma ordularının komutanı olarak o sırada devam etmekte olan Yahudi isyanını bastırmıştı. Bir süre babası ile birlikte konsül olarak görev yaparak tecrübe kazandı. Başa geçtiğinde Roma toplumunun saygın bulmadığı bazı ilişkileri yüzünden endişeye sebep olmuşsa da kısa sürede erdemli biri olduğunu ispat etmiş, tevekkülünün göstergesi olarak babası tarafından sürgüne gönderilen birçok kişiyi bile geri çağırmıştır.



Ancak kısa süreli saltanatına iki felaket, 79’da Pompeii’deki Vezüv yanardağının patlaması ve 80 yılında Roma’nın büyük bölümünü yerle bir eden yangın damgasını vurmuştur. Bu trajedilerin ardından yapılan yeniden inşa faaliyetlerindeki cömertliğiyle son derece popüler hale gelmiştir. Titus babasının zamanında başlanan büyük amfi tiyatro ile son derece gurur duyuyordu. 80 yılında henüz tamamlanmamış yapıda açılış törenleri düzenledi. 100 gün süren müsrif gösterilerde 100 gladyatör yer aldı. Titus 81 yılında 41 yaşında tahminen bir hastalık yüzünden öldü. Kardeşi Domitianus tarafından yerine geçmek için öldürüldüğü iddia edilmişs de bu iddianın pek bir dayanağı yoktur.

Domitianus (81-96)

Flaviusların otokratik yönetimlerinden ötürü hepsinin senato ile ilişkileri zayıftı ancak içlerinde yalnızca Domitianus ciddi sorunlarla karşılaşmıştı. Konsül ve censura olarak sürekli hâkimiyetinin daha evvelden bir örneği yoktu. Ayrıca genellikle bir imperator olarak tamamıyla askerî kıyafetler giyiyordu. Bu Principatus dönemi imparatorlarının gücünün dayanağının, princeps’ten gelen imparatorluk gücü olduğu fikrine tersti. Senatodaki itibarı bir yana Domitianus, Roma halkını Roma’daki tüm ev sahiplerine yardım yapılması, yeni tamamlanan Kolezyum’daki sıra dışı gösteriler ve babası ve ağabeyi döneminde başlanmış olan bayındırlık ilerinin devam ettirilmesi gibi çeşitli yollarla memnun etmişti. Ayrıca babası gibi malî işlere kafasının yattığı anlaşılmaktadır zira müsrifliğine rağmen haleflerine iyi durumda bir hazine bırakmıştı.
Ancak hükümdarlığının sonlarına Domitianus son derece paranoyak bir hale gelmiştir. Bu paranoyanın temelleri muhetemelen babasından gördüğü muamele ile bağlantılıydı. Geçmişte kendisine önemli sorumluluklar verilmişse de önemli konularda başkalarının gözetimi olmadan kendisine güvenilmemiştir. Germania valisi ve komutanı Antonius Saturnius’un 89 yılındaki isyanının ardından bu paranoya şiddetli ve hatta marazı seyirmelere dönüştü. Paranoyası yüzünden çok sayıda kişinin tutuklanmasına, idam edilmesine ve birçok mülke el konmasına (ki bu müsrifliğini açıklayabilir) yol açtı. Sonunda iş öyle bir noktaya geldi ki en yakın danışmanları ve aile üyeleri korku içinde yaşar hale geldi. 96 yılında senatodaki düşmanları, Stephanus (Julia Flavia’nın kâhyası), Praetor muhafızları ve imparatoriçe Domitia Longina tarafından düzenlenen bir suikastle öldürüldü.

Antoninler (96-180)

Sonraki yüzyıl “Beş İyi İmparator” dönemi olarak bilinir. Bu dönemde imparatorluk makamı barışçıl bir şekilde el değiştirmiştir. Bu dönemin imparatorları selefleri henüz hayattayken halef olarak evlat edinilmişlerdi. Haleflerin belirlenmesi seçilecek bireylerin meziyetlerine bağlı olsa da evlatlık sisteminin başarıyla devam etmesinin adrındaki esas nedenin sonuncu hariç bu dönemdeki imparatorların hiçbirinin doğal vârisinin olmaması gösterilmiştir.

Nerva (96-98)

Başa geçtikten sonra Nerva yeni bir tarz ortaya koydu. İhanetten hapsedilmiş olanları serbest bıraktı, ihanetten kovuşturma açılmasını yasakladı, haczedilmiş mülkleri sahiplerine geri verdi ve Roma Senatosu’nu yönetimine dahil etti. Muhtemelen bu şekilde davranmasının sebebi nispeten popüler (dolayısıyla da hayatta) kalmak içindi ancak yine de bu yaklaşımı tam anlamıyla yardımcı olmadı. Ordu içinde Domitianus’a destek hâlâ çok güçlüydü ve 97 yılının Ekim’inde Praetor Muhafızı Palatin tepesindeki imparatorluk sarayını kuşatarak Nerva’yı rehin aldı. Nerva orunun taleplerini kabul etmeye zorlandı, Domitianus’un ölümünden sorumlu olanları teslim etmeyi kabul etti ve hatta isyancı muhafızlara teşekkür eden bir konuşma yaptı. Bu olaydan kısa süre sonra yönetimini güçlendirmek için Germen sınırındaki orduların komutanı olan Trajan’ı evlat edindi. Nerva’ya yönelik ayaklanmanın sorumlusu muhafız Casperius Aelianus daha sonra Trajan’ın iktidarı sırasında idam edildi.

Trajan (98-117

112 yılında Partların Nero’nun devrinden beri elli yıldır Romalılar ile egemenliğini paylaştıkları Ermenistan tahtına kabul edilemez birini getirme kararları üzerine Trajan Ermenistan’a sefere çıktı. Kralı devirdi ve ülkeyi Roma İmparatorluğu’nun kontrolüne soktu. Ardından güneye Part İmparatorluğu üzerine gitti ve Babil, Selevkeia ve son olarak da başkent Tizpon’u ele geçirdi. Basra körfezine doğru devam ederek burada imparatorluğun yeni eyaleti Mezopotamya’yı ilan etti ve Büyük İskender’in yolundan gitmek için çok yaşlı olmasına hayıflandı. Ama durmadı. 116 yılında Susa’yı ele geçirdi. Part kralı I. Osreos’u devirdi ve yerine kendi kuklası Parthamaspates’i getirdi. Roma İmparatorluğu doğuda bir daha onun zamanındaki kadar genişlemedi.

Hadrianus (117-138

Askerî idare bakımından mükemeliği bir yana Hadrianus’un hükümdarlığına büyük çaplı askerî çatışmalardan ziyade imparatorluğun geniş topraklarının savunulması ağırlık koydu. Savunulmasının mümkün olmadığını düşünerek Tarajan’ın Mezopotamya’da ele geçirdiği topraklardan geri çekildi. 121 yılında Partlarla savaşın eşiğine gelindi ancak Hadrianus barış yapılmasını sağladı. Hadrianus’un ordusu Simon Bar Kokhba önderliğinde Yahudiye’de çıkan büyük Yahudi isyanını (132-135) bastırdı.
Hadrianus eyaletleri kapsamlı bir şekilde gezen ilk imparatordu. Gittiği yerlerde yerel inşaat projelerine para yardımlarında bulundu. Britanya’da meşhur Hadrianus Duvarını inşa ettirdi. Ayrıca Kuzey Afrika ve Almanya’da benzer savunma hatları yaptırdı. İç politikaları barış ve refah üzerine kuruluydu.



Antoninus Pius (138–161)

Antoninus Pius’un dönemine tamamen barış hâkimdi. Mauretania, Yahudiye ve Britanya’da kimi askerî huzursuzluklar olduysa da hiçbiri ciddi değildi. Antoninus Duvarının Britanya’daki huzursuzluk üzerine inşa edildiği sanılmaktadır.

Marcus Aurelius (161–180

Bu dönemde Germen kabileler ve diğer halklar kuzey Avrupa sınırına birçok saldırıda bulundular. Doğudaki savaşçı kabileler yüzünden özellikle Galya ve Tuna’nın öteki yakasına yöneldiler. Marcus Aurelius’un bu kabilelere karşı yaptığı seferler Marcus Aurelius sütununda anılmıştır. Asya’da canlanan Part İmparatorluğu yeni saldırılarda bulunmuştur. Marcus Aurelius bu saldırıları karşılamak için eş imparatoru Verus’u doğudaki lejyonlara komuta etmesi için gönderdi.

Commodus (180-192)

Commodus’un 180 ile 192 yılları arasındaki hükümdarlığı ile “Beş İyi İmparator” dönemi son erdi. Commodus, Marcus Aurelius’un oğluydu. Bir yüzyıl aradan sonraki ilk doğrudan vâris olarak gayet iyi işlemiş olan evlatlık vâris sistemini sonlandırmıştır. 177’den itibaren babasıyla birlikte eş imparator olmuştur. 180 yılında babasının ölümünün ardından tek başına imparator olduğunda ilkin Roma halkının gözünde ümit vaat etmişti. Ancak babası ne kadar cömert ve bağışlayıcıysa Commodus da tam tersiydi. Edward Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı eserinde Commodus’un ilk yıllarında iyi bir yönetim gösterdiğini belirtir. Ancak aralarında ailesinden kimselerin de bulunduğu bir suikast girişiminin ardından Commodus paranoyaklaşmış ve akıl sağlığını kaybetmiştir. Pax Romana (Roma barışı) Commodus’un hükümdarlığı ile sona ermiştir. Bir anlamda suikast girişiminin Roma İmparatorluğu’nun uzun soluklu çöküşünü başlattığı da söylenebilir.

Severuslar hanedanı (193-235)

Severuslar dönemi Septimius Severus (193-211), Caracalla (211-217), Macrinus (217-218), Elagabalus (218-222) ve Alexander Severus’un (222-235) giderek sorunlu hale gelen hükümdarlıklarını kapsar. Hanedanın kurucusu Luciuc Septimius Severus Afrika’daki Leptis Magnus şehrinin önde gelen ailelerinden birindendi. Julia Domna ile yaptığı evlilikle Suriyeli seçkin bir aile ile ittifak kurmuştu. Elagabalus ve Alexander Severus gibi Suriye kökenli imparatorlara iktidar yolunu açan taşralı geçmişleri ve kozmopolit ittifakları Roma İmparatorluğu’nun Antoninler döneminde elde ettiği geniş siyasi yapıyı ve ekonomik kalkınmayı ortaya koyar. Genelde başarılı bir yönetici olan Septimius Severus ordunun desteğini tam sadakat için verdiği sağlam ücretlerle sağladı ve equestrian subayları yönetimdeki kilit pozisyonlardaki senatörlere vekil tayin etti. Bu şekilde imparatorluk yönetiminin iktidar merkezini başarılı bir şekilde impaatorluğa yaydı.



Septimius Severus’un oğlu “Caracalla” takma adlı Marcus Aurelius Antoninus 212 yılında Roma vatandaşlığını Roma İmparatorluğu’nun tüm özgür sakinlerine sağlayan Constitutio Antoniniana yasasını çıkartarak İtalyanlarla taşralılar arasındaki tüm yasal ve siyasi ayrıcalıkları kaldırdı. Ayrıca Caracalla Roma’daki meşhur Caracalla Kaplıcalarını yaptırdı. Kaplıcanın tasarımı sonradan yapılan birçok anıtsal kamu binasına örnek olmuştur. Giderek dengesizleşen ve otokratikleşen Caracalla praetor prefect Macrinus’un 217 yılındaki suikastine kurban gitti. Macrinus kısa süreliğine senato sınıfından olmayan ilk imparator olarak görev yaptı. Ancak imparatorluk sarayındaki kadınların komplosuyla 218 yılında Elagabalus 218 yılında başa geçti. Ardından 222 yılında hanedanın son üyesi Alexander Severus imparator oldu. Severuslar döneminin son aşamasında senato az da olsa eski gücüne kavuşmuş ve bir dizi malî reformlar yapılmıştı. Doğuda Sasani İmparatorluğu’na karşı ilk başlarda elde edilen başarılara karşın Alexander Severus’un orduyu kontrol altında tutmaktaki yetersizliği sonunda ayaklanmaya ve 235 yılında suiakaste uğramasına neden oldu. Alexander Severus’un ölümü art arda gelen asker-imparatorların ve neredeyse yarım yüzyıl süren iç savaş ve çekişmelerin önünü açtı.

Üçüncü Yüzyıl Krizi (235-284)

Üçüncü Yüzyıl Krizi 235 ile 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun parçalandığı ve yıkılmanın eşiğine geldiği dönem için kullanılan bir isimlendirmedir. Bu döneme “askerî anarşi” dönemi de denir.
Augustus’un MÖ 1. yüzyıldaki iç savaşlara son vermesinin ardından imparatorluk sınırlı sayıda dış istilaların yaşandığı, iç barışın ve ekoonomik refahın hâkim olduğu bir dönem (Pax Romana) yaşamıştı. Ancak üçüncü yüzyılda imparatorluk askerî, siyasi ve ekonomik krizler yaşayarak çökmeye başladı. Sürekli barbar akınları, iç savaş ve hiperenflasyon vardı. Sorunun bir bölümü Augustus’un kurmuş olduğu düzenden kaynaklanıyordu. Augustus konumunu önemsiz göstermek için imparatorların veraseti ile ilgili kurallar koymamıştı.
1. ve 2. yüzyıllarda veraset yüzünden çıkan anlaşmazlıklar kısa süreli iç savaşlara neden olmuştu. Fakat 3. yüzyılda bu iç savaşlar sürekli hale geldi ve imparator adaylarının hiçbiri rakiplerine üstünlük sağlamayı ya da imparator olarak konumunu uzun süre muhafaza etmeyi başaramadı. 235 ve 284 yılları arasında 25 farklı imparator Roma’yı yönetti. İkisi dışında bu imparatorların hepsi de ya cinayete kurban gitti ya da savaş alanında öldürüldü. Roma ordusu sınırlara teksif edilmişti. Bu yüzden istilacılar bir kere sınırı geçtikleri vakit onları durdurmak mümkün değildi. Vatandaşların yerel yönetimlere iştirakı azalması imparatorları müdahale etmeye zorladı ve bu da giderek merkezî hükümetin sorumluluklarını artırdı.
Bu dönem Diocletianus’un başa geçmesiyle son erdi. Diocletianus becerisiyle ya da şansıyla kriz döneminde yaşanan derin sorunların büyük bölümünü çözdü. Ancak temel sorunlar devam edecek ve sonunda batı imparatorluğunun yıkılmasına neden olacaktı. Bu dönemdeki değşim Geç Antikitenin başlangıcı ve Klasik Antikitenin de sonudur.

Diocletianus ve Tetrarşi (235-284)

İmparatorluğun batı ve doğu imparatorlukları olarak ikiye ayrılması aşamalı bir süreçti. 285’in Temmuz ayında Diocletianus rakibi Carinus’u yendi ve tek başına imparator oldu.



Diocletianus iç baskılara ve iki cephedeki askerî tehditlere karşı imparatorluğun tek bir imparator tarafından yönetilmesinin mümkün olmadığını gördü. Bu nedenle imparatorluğu ikiye böldü ve Augustus unvanıyla hüküm sürecek eşit iki imparator mevkii yarattı. Diocletianus imparatorluğun doğusunun, eski arkadaşı Maximianus ise batının imparatoru oldu. Bu şekilde ileride Batı Roma ve Doğu Roma imparatorluklarına dönüşecek yapıları oluşturmuş oldu.
293 yılında her iki Augustusun da kendilerine idarî meselelerde yardımcı olmaları ve bir verâset sistemi oluşturmak için Sezar adıyla birer alt imparator atamalarıyla imparatorluk biraz daha bölündü. Galerius Diocletianus’un altında, Constantius Chlorus da Maximianus’un altında Sezar oldular. Bu yapı modern uzmanların tetrarşi (Yunanca: “dörtlü yönetim”) adını verdikleri yapıyı meydana getirdi. Roma’da yıllarca en yetkilli kişinin kim olacağı ile ilgili kanlı tartışmalar imparatorlar barışçıl bir yolla başa geçmelerini sağlayan bu yapıyla sona erdi. İmparatorluğun iki yarısında da her Sezar kendisini seçen Augustusun yerine geçecek ve kendine yeni bir Sezar seçecekti. 1 Mayıs 305’te Diocletianus ve Maximianus konumlarından feragat ettiler. İki Sezar’ı da Galerius seçti. Kendisi için yeğeni Maximinus’u, Constantius için ise Flavius Valerius Severus’u seçti. Bu düzenleme Diocletianus ve Maximianus döneminde ve onların ardından kısa bir süre işledi. Roma devleti içindeki gerilimler eskisine göre daha az şiddetliydi. Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı eserinde Edward Gibbon bu düzenlemenin dört yönetici arasındaki evlilik bağları nedeniyle iyi işlediğini belirtir. Gibbon yeni düzenlemeyi “müziğin koro bölümüne” benzetir. Diocletianus ve Maximianus’un çekilmeleriyle armoni bozulmuştur.
Ateşli bir pagan olan Diocletianus başlangıçta bir süre tolerans gösterdiyse de imparatorluk içinde sayıları sürekli artan Hıristiyanlardan rahatsızdı. Bu nedenle onları Nero’dan beri görülmemiş bir şekilde cezalandırdı. Bu tarihte Hıristiyanlarıın maruz kaldığı en büyük zulümlerden biriydi.



Konstantin hanedanı (305-363)

Konstantin ve oğulları]

Tetrarşi 25 Temmuz 306’da Constantius Chlorus’un lümüyle sona erdi. Constantius’un Eboracum’daki askerleri oğlu Konstantin’i hiç vakit kaybetmeden Augustus ilan ettiler. 306’nın Ağustos ayında Galerius Severus’u Augustus pozisyonuna atadı. Roma’da ise Maximianus’un oğlu Maxentius 28 Ekim 306’da Augustus ilan edildi. Maxentius’u prateor muhafızı desteklemişti. Bu durumda imparatorluğun beş yöneticisi olmuştu. Dört Augustus (Galerius, Konstantin, Severus ve Maxentius) ve bir Sezar (Maximinus).
307 yılında Maximianus oğlu Maxentius’un yanında Augustus mevkiine döndü. Böylece imparatorluğun yönetici sayısı altıya çıkmış oldu. Galerius ve Severus İtalya’ya Maximianus ve Maxentius’un üzerine sefere çıktılar. Severus 16 Eylül 307’de Maxentius tarafından öldürüldü. İtalya’daki iki Augustus Konstantin’i Maximianus’un kızı ve Maxentius’un kızkardeşi Fausta ile evlendirerek Konstantin ile ittifak kurdu. 307 yılı sonunda imparatorlukta dört Augustus (Maximianus, Galerius, Konstantin ve Maxentius) ve bir Sezar vardı.
311 yılında Galerius Hıristiyanlara yönelik zulme resmen son verdi ve Konstantin 313 yılında Milano fermanıyla Hıristiyanlığı yasal hale getirdi.
Konstantin’in ölümünün ardından imparatorluk üç oğlu arasında bölündü. Batı en büyük oğlu II. Constantinus ve en küçük oğlu Constans arasında paylaşıldı. Doğu ise Konstantinopolis de dahil olmak üzere II. Constantius’un oldu.
II. Constantinus 340 yılında en küçük kardeşi ile girdiği çatışmada öldü. Constans ise ordunun Augustus ilan ettiği Magnentius ile girdiği çatışmada 18 Ocak 350 tarihinde öldürüldü. Magnentius’a ilk muhalefet Roma’da kendini Augustus ilan etmiş olan Constans’ın baba tarafından kuzeni Nepotianus’tan geldi. Nepotianus annesi Eutropia ile birlikte öldürüldü. Diğer kuzeni Constantia, Vetriano’yu Magnentius’a karşı kendini Sezar ilan etmeye ikna etti. Vteriano 350 yılının 1 Mart’ından 25 Aralık’a kadar kısa bir süre başta kaldı. Daha sonra meşru Augustus Constantius tarafından çekilmeye zorlandı. Mütegallibe Magnentius Constantius ile çatışma halinde 353 yılına kadar batıda hüküm sürmeye devam etti. En son yenilgisinin ardından intihar etti ve böylece Constantius yegane imparator konumuna geldi.
Ancak 360 yılında Constantius’un yönetimine yeniden muhalefet geldi. Constantius baba tarafından kuzeni ve üvey kardeşi Julianus’u 355 yılında batının Sezar’ı ilan etmişti. Sonraki beş yıl boyunca Julianus aralarında Alamanların da bulunduğu istilacı Germen kabilelere karşı bir dizi zafer kazanmıştı. Bu sayede Ren sınırını güvenlik altına almış ve muzaffer Galyalı askerleri boşta kalmıştı. Constantius o sırada Pers hükümdarı II. Şapur’a karşı başarısız giden harekâtında ordusunu güçlendirmek için Julianus’un askerlerinin doğuya gönderilmesini emretti. Bu emir üzerine Galyalı askerler ayaklandı. Julianus’un Augustus ilan ettiler. Gerek Constantius, gerekse Julianus bir iç savaşa hazır değildi. Constantius’un 3 Kasım 361’de ölmesi bu savaşın yaşanmasını engelledi.



Julianus ve Jovianus (361-364)

Julianus iki yıl boyunca tek başına hüküm sürdü. Yıllar önce Hıristiyan olarak vaftiz edilmişti ancak kendisini Hıristiyan olarak görmüyordu. Hükümdarlığı döneminde amcası ve üvey babası Konstantin ve kuzenleri ve üvey kardeşleri II. Constantinus, Constans ve II. Constantius tarafından paganlığa getirilen kısıtlamalar ve cezalandırmalar kaldırıldı. Aksine Hıristiyanlığa yönelik benzer kısıtlamalar ve gayri resmî cezalandırmalar getirildi. 362 yılında pagan tapınakları yeniden açıldı ve tapınak mülkleri yeniden tesis edildi. Önceden sürgüne gönderilmiş olan Hıristiyan piskoposlar geri çağrıldı. Geri gelen Ortodoks ve Ariusçu piskoposlar sürtüşmelerine kaldıkları yerden devam ettiler ve bu da kiliseyi büsbütün zayıflattı.
Julianus’un kendisi geleneksel bir pagan değildi. Kişisel inançları büyük ölçüde neoplatonizm ve antik Yunan ayinlerinden oluşuyordu. Rivayete göre Büyük İskender’in reenkarnasyonu olduğuna inanıyordu. İnançlarını anlatan felsefe çalışmaları yapmıştı. Ancak kısa süreli paganizmi diriltme çabaları ölümüyle sona ermiştir. Julianus II. Şapur ile olan savaşa devam etmiştir. Savaşta ölümcül bir yara almış ve 26 Haziran 363 günü ölmüştür. Gibbon’ın Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi kitabına göre okla ölümcül bir yar aldıktan sonra kampına götürülmüş ve burada bir veda konuşması yapmış ancak bu konuşmada bir vâris göstermeyi reddetmiştir. Ardından generalleriyle ruhun doğası üzerine tartışmış, ardından bir bardak su istemiş, suyu içtikten kısa süre sonra da ölmüştür. Döneminin pagan kaynakları tarafından bir kahraman, Hıristiyan kaynakları tarafındansa hain olarak gösterilmiştir. Gibbon Julianus’tan olumlu bahsetmiştir. Çağdaş tarihçiler kendisini tartışmalı biri olarak görür.
Julianus’un hiç çocuğu yoktu ve bir vâris de göstermemişti. Subayları biraz muğlak bir subay olan Jovianus’u imparator seçtiler. Perslere Trajan döneminde kazanılan toprakları bırakan antlaşmayla tanınır. Hıristiyanların imtiyazlarını geri vermiştir. Hıristiyan kabul edilmesine karşılık inançları ile ilgili çok fazla şey bilinmemektedir. 17 Şubat 364 günü ölmüştür.

Valentinianus Hanedanı (364-392)

Valentinianus ve Valens

Yeni Augustus’un seçimi yine subaylara kaldı. 28 Şubat 364 günü Pannonialı subay Valentinianus Bitinya’da Nikaia’da Augustus seçildi. Ancak ordu bir yıl içinde iki kere lidersiz kalmıştı, bu yüzden subaylar Valentinianus’tan bir eş yönetici seçmesini talep ettiler. 28 Mart’ta Valentinianus küçük kardeşi Valens’i eş yönetici olarak seçti ve imparatorluğu Diocletianus’un yaprığı şekilde böldü. Valentinanus Batı Roma’nın, Valens ise Doğu Roma’nın başına geçti.
Valens’in seçilmesi çok geçmeden tartışmalara neden oldu. Julianus’un anne tarafından Kilikyalı bir kuzeni olan Procopius’un Julianus’un muhtemel vârisi olacağı düşünülmüş ancak hiçbir zaman böyle bir belirleme yapılmamıştı. Jovianus’un seçilmesinden beri saklanmaktaydı. 365 yılında Valentinianus Paris’te ve ardından da Reims’de Alamanlara karşı seferdeyken Procopius Konstantinopolis’teki iki lejyonu rüşvet yoluyla yanına alıp Doğu Roma başkentinin kontrolünü ele geçirdi. 28 Eylül’de Augustus ilan edildi ve çok geçmeden Trakya ve Bitinya’yı kontrolüne aldı. İki muhalif Doğu Roma imparatorunun savaşı Procopius’un yenilgisine kadar sürdü. Valens Procopius’u 27 Mayıs 366’da idam ettirdi.



4 Ağustos 367 tarihinde Valentinianus ve Valens tarafından üçüncü bir Augustus daha ilan edildi. Valentinianus’un sekiz yaşındaki oğlu Gratianus, vekâleti güvence altına almak için kağıt üstünde eş yönetici seçildi.
375’in Nisan ayında Valentinianus Pannonia’yı istila etmiş olan Germen kabilelerin üzerine sefere çıktı. Tuna üzerine bugün Slovakya sınırları içinde olan Komarno’da elçilerle yapılan bir görüşmede Valentinianus öfkeli bir şekilde bağırırken kafasındaki damarlardan biri çatladı ve 17 Kasım 375’te bu rahatsızlıktan ötürü öldü.
Gratianus o sırada henüz 16 yaşında olduğu ve imparator olmak için hazır değildi. Buna karşılık Pannonia’daki askerler henüz üç yaşında olan kardeşini II. Valentinianus adıyla imparator ilan ettiler.
Gratianus bu kararı kabu etti ve Batı Roma’nın Galya bölümünün idaresini üstlendi. İtalya, İllirya ve Afrika resmî olarak kardeşi ve üvey annesi Justina tarafından idare ediliyordu. Ancak esas yetki yine de Gratianus’un elindeydi.

Edirne Savaşı (378)

Bu sırada Doğu Roma İmparatorluğu da Germen kabilelerle sorunlar yaşıyordu. Bir doğu Germen kabilesi olan Teuringi Hun istilasından kaçmak için topraklarını terk etmişti. Liderleri Alavivus ve Fritigern ile Doğu Roma’ya sığınmışlardı. Valens onları müttefik olarak 376 yılında Tuna’nın güneyine yerleşmelerine izin vermişti. Ancak eyalet kumandanlarıyla sorunlar yaşayan kabile Romalılara karşı ayaklandı.



Sonraki iki yıl boyunca çatışmalar devam etti. Valens bizzat kendisi 378 yılında bir sefer düzenledi. Gratianus amcasına Batı Roma ordusundan destek gönderdi. Ancak sefer Romalılar açısından felaketle sonuçlandı. İki ordu Edirne yakınlarında karşılaştı. Valens sayısal üstünlüğünden ötürü kendine çok güveniyordu. Bazı subayları Gratianus’u beklemesini önerdiyse de diğerleri Valens’i hemen saldırmaya ikna ettiler. 9 Ağustos 378’de savaş Romalıların bozguna uğraması ve Valens’in ölümüyle sonuçlandı. Tarihçi Ammianus Marcellinus savaşta Roma ordusunun üçte ikisinin yokolduğunu hesaplamıştır. Ordunun kalan üçte biri geri çekilmeyi başarmıştır.
Savaşın çok uzun vadeli sonuçları olmuştur. Kayıpların içinde tecrübeli askerler ve değerli yöneticiler vardı. Yerlerine geçebilecek çok fazla kimsenin olmaması imparatorlukta liderlik sorunu doğrmuştu. Ayrıca Roma ordusu asker toplamakata da zorlanmaya başlamıştı. Sonraki yüzyılda ordunun büyük bölümü Germen paralı askerlerinden oluşacaktı.
Bir diğer sorun ise Valens’in ölümüyle Gratianus ve II. Valentinianus’un yegane iki Augustus olarak kalmış olmalarıydı. Bu durumda Gratianus fiilen tüm imparatorluktan sorumlu hale gelmişti. Ancak Gratianus Doğu Roma için bir Augustus arayışına girmişti. Eski bir seçkin general olan Kont Theodosius’un oğlu Theodosius’u seçti. Kont Theodosius bilinmeyen bir nedenle 375’te idam edilmişti. Theodosius 19 Ocak 379’da Augustus ilan edildi.

Theodosius hanedanı (379-457)

Batıda huzursuzluk

Gratianus Batı Roma’yı bir süre başarıyla yönettiyse de giderek kayıtsızlaştı. Zamanla Frank generali Merobaudes ve piskopos Milanolu Ambrose’nin kuklası haline geldiği kabul edilir. Gratianus Roma’da geleneksel paganlığı yasaklayarak ve Pontifex Maximus unvanından feragat ederek Roma Senatosunun bir bölümünün desteğini kaybetti. Romalı askerler arasında da barbar kabul edilen kimselerle yakınlığından ötürü popülaritesini yitirdi. Anlatılanlara göre kişisel hizmetleri için Alanları işe alıyor ve halk önüne İskit savaşçısı kılığında çıkıyordu.



Bu arada Gratianus, II. Valentinianus ve Theodosius’a dördüncü bir Augustus daha katıldı. Theodosius büyük oğlu Arcadius’u 383’ün Ocak ayında Augustus ilan etti. Arcadius bu sırada beş veya altı yaşındaydı ve gerçek anlamda bir yetkisi yoktu. Yine diğer üç Augustus tarafından da eş yönetici olarak tanındı.
Gratianus’un azalan popülaritesi yılın sonraki bölümlerinde dört Augustus içinde sorunlar yaratacaktı. Britanya’da bulunan İspanyol Kelt general Magnus Maximus 383 yılında askerleri tarafından Augustus ilan edildi ve Gratianus’a karşı ayaklanıp Galya’yı işgal etti. Gratianus Lütes’ten Lugdunum’a kaçtı ve burada 25 Ağustos 383’te 25 yaşında öldürüldü.
İznik itikatını benimsemiş olan Maximus dine aykırı düşüncelere karşı cezalar getirdi. Bunun sonucunda Augustusun kilise üzerinde bir yetkisinin olmadığını savunan Papa Siricius ile arası açıldı.
Gratianus’un ölmünün ardından Maximus, o sırada on iki yaşında olan II. Valentinianus ile mücadele etmek zorunda kaldı. İlk birkaç yıl Alpler iki rakip Batı Roma imparatoru arasında sınırdı. Maximus Britanya, Galya, Hispania ve Afrika’yı kontrol ediyordu. Maximus kendisine başkent olarak Augusta Treverorum’u (Trier) seçmişti.
Maximus çok geçmeden resmen tanınmak için II. Valentinianus ve Theodosius ile müzakerelere başladı. 384 yılına gelindiğinde müzakereler sonuçsuz kalmıştı. Maximus yalnızca meşru bir imparatorun yapabiileceği bir şeyi yaptı ve çocuk yaştaki oğlu Flavius Victor’u Augustus ilan etti. O yılın sonunda imparatorluğun başında beş Augustus (II. Valentinianus, Theodosius, Arcadius, Magnus Maximus ve Flavius Victor) vardı.
Theodosius 385 yılında karısı Aelia Flaccilla’nın ölümünün ardından II. Valentinianus’un kız kardeşi Galla ile evlendi ve böylece iki Augustus arasındaki ilişkiler güçlendi.
386 yılında Maximus ve Victor sonunda Theodosius taafından resmen tanındı. Ancak Valentinianus ikisini de tanımadı. 387 yılında Maximus rakibinden kurtulmaya karar vererek Alpleri üzerinden Po vadisine geldi ve Milano’yu doğrudan tehdit etmeye başladı. Valentinianus ve annesi Selanik’e kaçtılar ve burada Theodosius’dan yardım istediler. Theodosius 388 yılında batıya sefere çıktı ve Maximus’u yendi. Maximus 28 Temmuz 388 günü Aquileia’da yakalandı ve idam edildi. Magister militum Arbogast Falvius Victor’u öldürmek üzere Trier’e gönderildi. Theodosius Valentinianus’u yeniden başa getirerek kendisni desteklemeye ve diğer taht gaspçılarına karşı korumaya devam etti.

İmparatorluğun son kez bölünmesi


  
Theodosius’un ölümünün ardından Batı ve Doğu Roma İmparatorlukları. Batı Roma İmparatorluğu Doğu Roma İmparatorluğu
II. Valentinianus 392 yılında Viyana’da öldürüldü. Arbogast Eugenius’u imparator yapmayı planlıyordu. Ancak doğu imparatoru Theodosius Eugenius’u imparator olarak tanımayı reddetti ve batıyı işgal ederek Arbogast ve Eugenius’u Frigidus Savaşında yenilgiye uğratıp öldürdü. Böylece imparatorluğu kendi yönetimi altında birleştirmiş oldu.
Theodosius’un ilk karısından iki oğlu ve bir kızı vardı. İkinci karısı Galla’dan ise ileride batının imparatoru olacak olan III. Valentinianus’un annesi Galla Placidia adında bir kızı vardı.
Theodosius imparatorluğun tümünü yöneten son imparatordur. 395 yılında ölümünün ardından imparatorluğu oğulları Arcadius ve Honorius arasında bölüştürüldü. Arcadius başkenti Konstantinopolis olmak üzere doğunun imparatoru, Honorius da başkenti önceleri Milano sonradan ise Ravenna olan batının imparatoru oldu. Roma devleti beşinci yüzyıl boyunca farklı iktidar merkezlerinde iki farklı imparatora sahip olmaya devam etti. Latince resmî yazışmalarda Yunanca kadar kullanılıyordu. İki imparatorluk siyasi olarak değilse de ismen, kültür bakımından ve tarihî bakımdan aynı devletti.



Batıdaki imparatorluğun çöküşü ve yıkılışı (395-476)

395’ten sonra Batı Roma’nın başındakiler genellikle kukla imparatorlardı. Çoğu zaman imparatorluğun gerçek yöneticileri magister militum ve patrici unvanlarını almış güçlü askerlerdi. (395-408 yılları arasında Stilicho, 411-421 yılları arasında Constantius, 433-454 yılları arasında Aetius ve 457-472 yılları arasında Ricimer).
İS 5. yüzyılda Akdeniz’de meydana gelen büyük değişiklik genelde Roma’nın “çöküşü” olarak adlandırılır. Yüzyılın başında Roma İmparatorluğu hâlâ Britanya’dan Büyük Sahra’ya, İspanya’dan Ortadoğu’ya kadar uzanmaktaydı.
Ancak yüzyılın sonunda Roma’nın batı eyaletleri barbar kralların eline geçmişti. Bu değişimin kesin nedenleri bilimadamlarını yüzyıllarca uğraştırmış olmasına rağmen bazı ipuçları seçilmektedir. Roma imparatorluğunun 5. yüzyıl başlarında özellikle batı eyaletlerine olmak üzere, barbarların büyük göçleriyle karşılaşması, politik parçalanmasına yol açmıştır.
Roma şehri 410 yılında isyancı Vizigotlar tarafından üç gün boyunca, 455 yılında da daha önce görülmemiş bir şekilde Vandallar tarafından ondört gün boyunca yağmalanmıştı.
474 yılının Haziran ayında Julius Nepos Batı Roma imparatoru oldu. 475 yılında magister militum Flavius Orestes ayaklandı ve oğlu Romulus Augustus’u Roma imparatoru yaptı. Nepos Dalmaçya’ya kaçtı. Öte yandan Doğu Roma imparatoru Zeno kendisini tanımadığı için Romulus teknik olarak bir gaspçıydı ve Nepos hâlen yasal olarak Batı Roma’nın imparatoruydu. Yine de Romulus Augustus son Batı Roma imparatoru olarak bilinir.



476 yılı genel olarak Batı Roma İmparatorluğu’nun sona erdiği tarih olarak kabul edilir. O yıl Orestes hizmetindeki Germen paralı askerlerinin İtalya’dan toprak edinme taleplerini reddetti. Aralarında Herulların de olduğu askerler ayaklandı. Ayaklanmanın başında Germen Odeakr vardı. Odeakr ve adamları Orestes’i yakalayıp idam ettiler. Birkaç hafta içinde Ravenna ele geçirildi ve Romulus Augustus tahttan indirildi. Odeakr çok geçmeden İtalya’nın geri kalanını fethetti.
Ancak yüzyılın sonunda Roma’nın batı eyaletleri barbar kralların eline geçmişti. Bu değişimin kesin nedenleri bilimadamlarını yüzyıllarca uğraştırmış olmasına rağmen bazı ipuçları seçilmektedir. Roma imparatorluğunun 5. yüzyıl başlarında özellikle batı eyaletlerine olmak üzere, barbarların büyük göçleriyle karşılaşması, politik parçalanmasına yol açmıştır.

Doğu Roma İmparatorluğu (395-1453)

Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda yıkılmasına karşılık daha zengin olan Doğu Roma İmparatorluğu ayakta kalmayı başardı ve 6. yüzyılda imparator Jüstinyen yönetiminde İtalya ve İllirya’nın bir bölümünü Ostrogotların, kuzey Afrika’yı Vandalların ve Hispania’nın güneyini de Vizigotların elinden almayı başardı. Güney Hispania’nın işgali kısa süreli olduysa da kuzey Afrika bir yüzyıl kadar Doğu Roma’nın elinde kaldı.
Roma mitolojisi, Antik Roma’da yaşayan insanların mitolojik inançlarının bütününe verilen isimdir. Genelde iki ana bölümü olduğu düşünülür; ilk bölüm ki daha sonraları etkin olmuştur ve edebidir, genellikle Yunan mitolojisindeki öğelerin Romalılaştırılmış hallerinden meydana gelir, ikinci bölüm ise daha erken dönemlerde etkin olmuş olan ve daha çok kültik olan Yunan-benzeri diğer yarıdan farklı uygulama ve inançlara sahip daha özerk bir bölümdür.

Romalılar ve Din

Romalıların hayatında dinin büyük bir önemi vardı. Latince’de “din” anlamına gelen religio sözcüğünün religare yani “bağlamak” fiiliyle olan yakınlığı bazı bilim adamlarına göre önemlidir. Her ne kadar söz konusu fiile yakın olsa da religio sözcüğü çok geniş bir anlam yelpazesine sahipti ve onun birebir karşılığı bir sözcük o dönemin ünlü dillerinde, örneğin Yunanca’da, bulunmamaktaydı. Nitekim daha sonraları hem Roman hem de Germen kökenli diller bu sözcüğün karşılığı ile din anlamını tanımlamak yerine yine bu sözcüğü kullanmayı tercih etmiştir; religion veya religione gibi.[1]



Roma tarihi ve halkın günlük yaşamı için dinin önemi Livy’nin tarihinde de görülebilir. Roma tarihine dair neredeyse her türlü olgu, yükselişlerden çöküşlere kadar, rahatlıkla dine bağlanarak açıklanabilmekteydi. Nitekim ilk dönem Roma dininde neredeyse her olay için bir tanrı veya tanrıça bulunması da bunun göstergelerinden sayılabilir.

Roma Dininin Bazı Özellikleri

Romalıların dini anlayışının gelişmişliğine rağmen cumhuriyetin sonuna kadar dini tanımlanabilecek fikirler yazına dökülmedi. Yunan kültürünün Roma’da yoğun biçimde etkili olmaya başlamasıyla yazar ve düşünürler dini konulardaki şahsi fikirlerini yazına dökmüşlerdir. Örnek olarak Cicero verilebilir.
Bunun nedeni dinin karakteristiki yapısı da olabilir. Her ne kadar bugün Roma dini olarak tanımlansa da o dönemdeki din tanımı bugünkü sistematik ve belirli başlıkları içinde bulunduran din tanımından çok farklıydı. Roma dini hiçbir zaman modern din anlayışına sahip olamamıştır. Gerek erken dönemlerindeki kültik yapısı gerekse sonraları yaşanan başta Yunan olmak üzere farklı kültür ve milletlerin dini yapılarının etkileşimi sistematik bir din oluşturamamıştır. Sınırları muğlak, kuralları esnekti. Her ne kadar bir tür ruhban sınıfı (rahip ve rahibeler), ilahilik gibi kavram ve kurumlar yer alsa da bunların hepsi sistematik bir biçimde bütün oluşturmamaktaydı. Zaten sonraki dönemlerde farklı kültürlerden gelen dini öğeler ile dini yapı çok farklı bir hâl almıştır.
Roma politeizmi ve inanç yapısı, özellikle son zamanlarında, birçok farklı kültürü barındırsa da bunlardan en etkin olanı her zaman Yunan inancı olmuştur. Ayrıca, güç sembolleri ve bazı kamusal ibadetler yoğun oranda Etrüsk kültür ve inancından etkilenmiştir. Aslında Etrüskler Roma’ya MÖ 6. yüzyılda sadece kısa bir süreliğine egemen olabilmişlerdir. Büyük ihtimalle bu sembolizm ve ibadet ilhamı bizzat Romalılar tarafından yapılmıştır.

Erken Roma Mitinin Doğası

Arkaik Romalıların bir mite sahip olmadıkları söylenebilir. Bununla kastedilen, sonraki dönemde şairlerinin Yunan mitolojisinden esinlenmesine kadarki dönemde, Romalıların tanrıların kökenine dair, Yunandaki Titanomaki veya Zeus’un Hera tarafından baştan çıkartılması gibi, bir mit anlayışının veya sıralı bir anlatının bulunmamasıdır.
Romalıların bu erken dönemde sahip oldukları dini yapı iki ana nokta ile tanımlanabilir:
  1. Çok gelişmiş bir ayin sistemi, ruhban okulları ve ilgi tanrı “küme”leri;
  2. Kentin (Roma kentinin) bulunuşu ve kuruluşuna dair çok zengin bir tarihi mitler yapısı ki bu yapı fani insanlar ile birlikte çoğu ilahi müdahaleyi de içerir.

Erken Dönem Mitolojisinde Tanrılar

Romalı tanrı anlayışı, erken dönemde, Yunandakinden çok farklı bir biçimdeydi. Örneğin, eğer bir Yunana Demeter’i soracak olsaydınız, büyük ihtimalle, ünlü mitten yani, Hades’in Persephone’yi kaçırışı üzerine Demeter’in yaşadığı acılardan bahsedecektir. Fakat bir Romalıya Ceres hakkında sorarsanız size onun resmi bir rahibinin, flameninin, olduğunu bu rahibin Jüpiter, Mars ve Quirinus’un flamenlerine karşı ast, ama Flora ve Pomona’nın flamenlerine karşı üst olduğunu belirtecektir. Ayrıca onun diğer ziraat tanrıları Liber ve Libera ile birlikte bir üçlü oluşturduğunu da belirtebilir; ve hatta, ona bağlı olan belirli görevleri olan daha ast tanrıları sıralayabilir: Sarritor (yabani otları temizleme), Messor (hasat yapmak), İnsitor (tohum ekmek) vb.



Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi, arkaik Roma mitolojisi, en azından tanrılar ve tanrı anlayışı açısından, anlatılardan değil de tanrılar arasında ve tanrılar ile insanlar arasında yer alan kenetlenmiş ve kompleks bir ilişkiler ağından oluşmaktaydı.
Erken Romalıların özgün dini, daha sonraları birçok farklı ve çelişen inancın eklenmesi ve özellikle de Yunan mitolojisinin büyük bir kısmının asimile edilmesiyle, çok farklı bir hal ve yapıya dönüşmüş, farklılaşmıştır.

Roma Tarihi Hakkında Erken Dönem Mitolojisi

Tanrılar hakkında bir anlatı geleneği olmasa da Romalıların kentlerinin (Roma‘nın) bulunuşu, kuruluşu ve ilk dönemleri hakkında çok zengin ve yarı-tarihi yarı-efsanevi anlatı kültürleri mevcuttu. İlk krallar, Romulus ve Numa gibi, tamamen mitik bir doğaya sahipti ve bu tür efsanevi öğeler Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar uzanabilmekteydi.
Bugün, Aeneas ve Liviu’un ilk bir-iki kitabı bu insan mitolojisinin en önemli kaynaklarını oluşturmaktadır.

Özgün Roma ve İtalik Tanrılar

Reski rahiplik, roma ayinsel ibadet ve uygulamalarını iki tanrı sınıfına ayırmaktadır: di indigetes ve de novensides veya novensilesİndigetes Roma devletinin, şehrinin, özgün tanrılarıydılar ve böyle yaklaşık 30 tanrıya adanmış özel bayramlar (festivaller) mevcuttu. Novensides ise kültleri tarihi süreçte daha sonraları şehre gelmiş tanrılardır ki bunların ortaya çıkışları genellikle belirli bir kriz veya ihtiyacın doğduğu bilinen, belirli tarihlerdir.
Erken Roma tanrılarına, di indigetes`e, ilaveten çeşitli etkinlik ve eylemlerde çağırılan özelleşmiş veya uzmanlaşmış küçük tanrılar da mevcuttu. Bu tür eylemlere ayinsel bir boyut kazandırılmıştı, örneğin ekini ekerken belli bir tanrı ismiyle çağırılır, hasat ederkense bir başkası çağırıldı. Aslında bu yoğun ayin kültürünün ve küçük tanrı anlayışının temelinde politeizmden çok bir tür polidemonizm yatmaktaydı; zira bu küçük tanrıların güçleri ancak uzmanlaştıkları/özelleştikleri eyleme yetmekteydi, diğer eylemlerde herhangi bir güçleri bulunmuyor ve bu nedenle de tanrıdan çok bir tür ilahi ruh kavramına yakındılar.
İlk panteonun başında Jüpiter, Mars ve Quirinus üçlemesi (ki bu üçünün rahipleri veya flamenleri en yüksek dereceye sahiptiler) ile Janus ve Vesta bulunmaktaydı. Erken dönemde bu tanrıların pek bir kişilikleri (veya şahsi özellikleri) yoktu ve kişisel tarihlerinde evlilik ve soy ağaçları bulunmuyordu.




Yabancı Tanrılar

Roma devleti etrafındaki bölgeleri fethettikçe komşu kültür ve toplulukların yerel tanrıları da Roma mitolojisine giriş yapmıştır. Romalılar geleneksel olarak yeni fethedilen yerlerin tanrılarına da kendi özgün tanrıları ile bir tutmuş aynı saygı ve onuru bahşetmişlerdir. Birçok seferde yeni fethedilen bölgenin tanrılarının da Roma’da yeni tapınaklarda yer almaları için davette bulunulmuştur. Bu nedenle Roma’ya özgü olmayan birçok farklı kült, tanrı ve tanrıça Roma mitolojisine giriş yapmış kimi zaman bu yeni tanrı ve tanrıçalar hali hazırda Roma mitolojisinde var olan belirli tanrı ve tanrıçalarla özdeşleştirilmiştir.
Roma Lejyonu (Latince Legio, legionis) antik Roma ordusunun temel askeri birimidir. Roma lejyonunun ana unsurunu ağır piyade (lejyonerler) oluştururken yan unsurlarını yardımcı süvariler ve mızraklı hafif piyadeler oluşturmaktaydı. Tipik bir lejyonun boyutu antik Roma tarihi boyunca değiştiysede cumhuriyet döneminde tipik olarak 5000-6000 askerden oluşurken, erken ve orta imparatorluk döneminde yaklaşık 5400 askerden müteşekkildi. İmparatorluğun son döneminde ise 1000-2000 asker civarında bir güç olarak görevlerini ifa ediyorlardı



Roma lejyonları MÖ.107 yılındaki Marian Reformları’na kadar sabit kuvvetler olarak değil ihtiyaç duyulduğunda oluşturulup daha sonra dağıtılan birlikler olarak görev yapmaktaydılar. Bu sebeple Roma tarihi boyunca birkaç yüz lejyon oluşturulduğu tahmin edilmektedir, ancak bunlardan sadece 50 si tanımlanabilmiştir. İmparatorluğun erken dönemlerinde 28 sabit lejyon ve bunların yardımcı kuvvetleri bulunmakta idi, ihtiyaç duyulduğunda yeni lejyonlar oluşturulmaktaydı.
Antik Roma Aileleri
CLAUDİUS AİLESİ
Claudius Ailesi ya da gens Claudia, Antik Roma’nın en eski ve köklü ailelerinden birisi olan ve mensuplarının yüzyıllar boyunca Roma kentini ve İmparatorluğunu yönetmiş olduğu antik Roma ailesi.
Geleneksel olarak ailenin kökeni, M.Ö.504 yılında Regillus yakınlarında yandaşlarıyla birlikte savaşı terk ederek Roma’lılarla barış yapmayı tercih Sabin kökenli Attius Clausus ile başlatılır. Bu olay Roma tarafından memnuniyetle karşılanmış ve bu sebeple tüm yandaşlarına yurttaşlık ve arazi verilmiş, ayrıca kendisi de Latince Appius Claudius Sabinus Inregillensis olarak çağrılan bir Roma Senatörü yapılmıştır. Aile isminin, bir çok aile üyesinin doğuştan gelen bir rahatsızlık olarak topallamalarıyla ilgili olarak Latince claudeo (topallamak) fiilinden kaynaklandığı kabul edilir.
Claudius Ailesi’nin (Gens Claudia) kolları
Cumhuriyetin sonlarına doğru Claudius ailesi (gens) bir çok büyük kola ayrılmıştır.




  • Ailenin pek tanınmayan patrici kolu bir cognomen’e sahip değildir. Üyelerinden biri olan Lucius Claudius, M.Ö. 1. yüzyıl ortalarında Rex Sacrorum olarak görev yapmıştır.
  • Cumhuriyetin son döenmlerinde Nero cognomen’i taşıyan önemli patrici senatörler vardır; Praenomen olarak Tiberius’u tercih etmişlerdir. Ancak, Ti. Claudius Nero ve Livia Drusilla’nın (Livia’nın kendiside bir başka Claudius kolu olan “Claudii Pulchri” mensubudur) oğlu olan Tiberius Claudius Nero, dedesi Marcus Livius Drusus Claudianus, Gaius Julius Caesar Augustus tarafından evlat edinildiği için Julia ailesine (gens) girmiş ve böylece Julio-Claudian Hanedanı ortaya çıkmıştır.
  • Cognomen’leri Marcellus (dişil. Marcella, “şavaşçı” anlamına gelir) olan Claudius’lar pleb sınıfındandır ve M.Ö. 51-49 yılları arasında ard arda üç konsül çıkarmışlardır. Praenomina olarak Gaius ve Marcus’u tercih etmişlerdir. Gaius Claudius Marcellus (M.Ö. 49’da konsül) Augustus’un kız kardeşi Küçük Octavia ile ve oğulları Marcus Augustus’un kızı Yaşlı Julia ile evlenmiştir.
  • Cognomen’i Pulcher (dişil. Pulchra, “güzel” anlamına gelir) olan Cladiuslar patrici sınıfındandır ve ayrıca Cumhuriyetin sonlarına doğru oldukça tanınmışlardır; praenomina olarak Appius (bu praenomen’i taşıyan tek ailedir) ve Publius’u tercih etmişlerdir.
  • Bazı pleb kökenli Claudiuslar gentilicium “Clodius.” olarak çağırılırlar
  • Claudia (ve Clodia) kadınlar tarafından kullanılan formudur.
Gens Claudia mensubu dikkat çekici şahsiyetler



  • Appius Claudius Sabinus Inregillensis, kurucusu, M.Ö. 495’de Konsül
  • Marcus Claudius Marcellus
  • Marcus Claudius Marcellus Aeserninus, konsül M.Ö. 22
  • Tiberius Claudius Nero, İmparator Tiberius’un babası, M.Ö. 42’de praetor.
  • Nero Claudius Drusus, konsül M.Ö. 9, İmparator Claudius’un babası.
  • Tiberius Claudius Nero (Tiberius), imparator
  • Tiberius Claudius Nero Germanicus (Claudius I), İmparator
  • Tiberius Claudius Britannicus (Britannicus), Claudius’un oğlu
  • Nero Claudius Drusus Caesar (Nero), İmparator, evlat edinilen ilk Claudius.
Not: Nero’nun ölümünden sonraki Claudius ailesi mensupları, ya onların azatlı kölelerinin ya da yine Caludiuslar tarafından kendilerine yurttaşlık verilen kişilerin soyundan gelirler.
  • Claudius Ptolemaeus, Yunanlı astronom
  • Claudius Aelianus
  • Marcus Claudius Tacitus, İmparator
  • Flavius Claudius Constantinus Caesar (Constantine II), İmparator
  • Flavius Claudius Julianus, İmparator
  • Claudius Mamertinus, konsül 362
  • Imp. Caesar Flavius Claudius Constantinus Augustus (Constantinus III), İmparator & Gaspçı
JULİUS AİLESİ
Julius Ailesi ya da gens Julia (dişi Julia), Antik Roma’nın patrici sınıfına mensup önemli ailesi. Soylarının Julus’a, dolayısıyla da tanrıça Venüs’e dayandığı iddia edilir.
İsim ayrıca Iulius ve Iulia olarak da görülebilir. Azatlı kölelerin de efendilerinin adlarıyla anılmaya başlaması nedeniyle bu ismi taşıyan binlerce insana rastlanır. İsim günümüze kadar kişisel isim olarak kullanılagelmiştir.



Julii Caesares, ‘Julius Caesar’ nomen ve cognomen kombinasyonlarını taşıyan ancak farklı praenomen’lere sahip olanların hepsi, en ünlüleri:
  • Gaius Julius Caesar, diktatör, Kutsal Julius olarak tanrılaştırılmıştır
  • Ayrıca Sextus, Gaius, Lucius ve Numerius adını taşıyan erkekler ve “Julia Caesaris” adını taşıyan tüm kadınlar bu aileye mensuptur.
Julio-Claudian Hanedanı üyesi önemli şahsiyetler:
  • Gaius Julius Caesar Octavianus Augustus (evlatlık edinme yoluyla)
  • Julia Augusta (evlatlık edinme yoluyla)
  • Julia Caesaris Augusti, Augustus’un kızı
  • Tiberius Julius Caesar (evlatlık edinme yoluyla)
  • Germanicus Julius Caesar (evlatlık edinme yoluyla)
  • Julia Caesaris, Julius ve Augustus Caesar’la ilişkisi olan bir kaç kadın
  • Gaius Julius Caesar Germanicus
Diğer imparatorlar:
  • Marcus Julius Verus Philippus
  • Flavius Julius Valens
  • Gaius Julius Verus Maximinus
  • Julius Valerius Maiorianus
  • Julius Nepos
Azizler
  • Julius, 304 yılında ölen İngiliz şehit.
  • Silistre’li Aziz Julius, Katolik aziz ve şehit.
Papalar
  • Papa Julius I
  • Papa Julius II
  • Papa Julius III
JULİO-CLAUDİAN HANEDANI
ilk beş Roma imparatoru Augustus, Tiberius, Caligula, Claudius ve Nero için kullanılan bir ifadedir. MÖ 27 yılından 68’e kadar Roma İmparatorluğu’nu yönetmişlerdir. Hanedanın sonu Nero’nun intihar etmesiyle gelmiştir. Bu beş yönetici Julia ve Claudia ailelerinin evlilikleri ve evlatlıkları yoluyla birbirleriyle ilişkili hale gelmişlerdi. Zaman zaman Jül Sezar hanedanın kurucusu olarak gösterilse de kendisi ne bir imparatordu ne de Claudia ailesiyle bir bağlantısı vardı. Ağırlıklı olarak Augustus hanedanın kurucusu olarak gösterilir.
İlk beş imparatorun yönetimleri birbirine benzerdi. Hepsi de iktidara dolaylı ya da sonaradan edinilen akrabalıklarla gelmişti. Hepsi de seleflerinin öldürülmesi ya da öldürüldüğü şeklindeki dedikodular üzerine başa gelmişti Augustus, Tiberius ve Claudius’un gerçekten öldürülüp öldürülmedikleri tartışmalı bir konudur). Hepsi de Roma İmparatorluğu’nun topraklarını genişlettiler ve muazzam inşaat projelerini gerçekleştirdiler. Halk tarafından sevilen ancak senatörler tarafından kıskanılan kimselerdi. Romalı siyasetçiler sürekli olarak yerlerine başkalarını geçirmek veya Cumhuriyeti geri getirmek için onlara karşı suikast planları yapmaktaydılar. Buna karşılık imparatorlar da iktidarları sorgulayanları ,dam ettiriyor ya da sürgüne gönderiyordu. Senato sınıfından tarihçiler Julio-Claudian imparatorlarını kendi kendilerini yücelten, çılgın, sapık ve zorba olarak tanımlar.



GENS
Antik Roma’da gens (çoğul gentes) klan, Kast, ya da ortak bir atadan geldiklerine inan ve aynı adı (nomen) paylaşan bir aile topluluğunu tanımlamak için kullanılırdı. Romalı şahış isimlerinde bulunan ikinci ad kişinin ait olduğu gens’i ifade ederdi. Terim aynı zamanda Klan sistemi içerisinde yer alan aileleri tanımlamak için de kullanılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder