12 Ocak 2021 Salı

İnsanlık tarihi perspektifinden Neolitik devrim

 



İnsanlık tarihi perspektifinden
Neolitik devrim, şeflik ve devletin kuruluşunu yeniden değerlendirmek


Neolitik topluluklar, insanlığın kültürel evriminde asalak, avcı ve toplayıcı, kabaca eşitlikçi toplumsal yapılı ilkel topluluk dönemleri ile sınıflı, devletli, dinsel ideolojili uygar toplum biçimleri arasında “geçiş dönemi” topluluklarıdır. Neolitik bu yolda geçmişin “araç devrimi” ve “ateş devrimi” ile geleceğin biyoteknoloji ve bilişim devrimleriyle karşılaştırılabilecek önemde etkiler yaratmıştır

Neolitik Devrim Nedir?


Tarım Devrimi olarak da adlandırılan Neolitik Devrim yaklaşık 12.000 yıl önce başladı. Son Buzul çağının bitimine, içinde bulunduğumuz jeolojik devir Holosen’in ise başlarına denk gelen bu devrim, insanların yaşam tarzını, beslenme alışkanlıklarını ve birbirleriyle etkileşimini sonsuza dek değiştirdi.



Jean François Millet, Başak Toplayan Kadınlar, 1857, Musée d’Orsay

Neolitik dönem boyunca, avcı toplayıcılar gözlerine kestirdikleri avlarının peşinde koşarken doğal dünyayı adım adım turluyordu. Ancak, daha sonra köklü bir değişim gerçekleşti ve bu göçebe insan toplulukları avcı toplayıcılıktan daha yerleşik bir düzene geçerek çiftçi oldular.

Neden yerleşik düzen?  

Söz konusu geçişin tam olarak ne zaman ve neden gerçekleştiği hala birer tartışma konusu olsa da, avcı toplayıcılıktan tarıma yöneliş tüm dünyada belgelendirilmiş durumda. Tarımsal faaliyetlerin ilk kez, Orta Doğu topraklarında yer alan Bereketli Hilal’de, birden fazla insan grubu tarafından birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirildiği düşünülüyor.

Bu bağlamda, “tarım devrimi”nin farklı zamanlarda farklı yerlerde gerçekleşen bir dizi devrimden oluştuğunu söylemek mümkün.

(Tarım Devrimi İnsanlık Tarihinin En Büyük Hatası mıydı?)

İnsanların neden göçebe hayatı bırakıp yerleşik düzene geçtiğine dair çeşitli varsayımlar bulunuyor. Artan nüfusun yarattığı baskının besin rekabetini artırıp yeni besinler yetiştirme ihtiyacını doğurması; tarıma, yaşlı ve çocukları besin üretimine katmak için geçilmesi; insanların ilk evcilleştirme uğraşları sırasında değiştirdikleri bitkileri besin kaynağı olarak benimsemesi daha sonraysa bu bitkilerin insanlara bağımlı hale gelmesi bu varsayımlardan yalnızca birkaçı.

İnsanların avcı toplayıcılık ve göçebelikten tam olarak nasıl ve neden ayrıldığı bilinmez, ancak insan toplulukları bu yaşam tarzından koptukça daha yerleşik bir düzen benimsemeye başlamıştı. Bu durum kısmen, giderek daha fazla bitkinin evcilleştirilmesinden kaynaklanmaktaydı.

İnsanlar 23.000 yıl önce gibi erken bir tarihte bitkileri ve tohumlarını toplamaya başlamış, arpa gibi tahılları ekip biçmeleri ise 11.000 yıl öncesi gibi yine erken bir tarihte meydana gelmişti.  Bu tarihten sonra, bezelye ve mercimek gibi protein yönünden zengin diğer besinlere geçilmişti. İlk çiftçiler yetiştiricilikte daha iyi hale geldikçe, depolanması gereken fazladan tohum ve mahsuller de üretilmeye başlandı. Bu durum, daha tutarlı besin mevcudiyeti sayesinde nüfus artışını teşvik etmiş, tohumları depolama ve mahsule bakma ihtiyacı sebebiyle de daha yerleşik bir yaşam tarzı gerektirmişti.


Ürdün’de sürüsünü güden bir çoban.

Hayvanların evcilleştirilmesi

İnsanlar tarımla haşır neşir oldukça, hayvanları evcilleştirip onları bu uğraşa dahil etmeye başlamıştı.  Irak ve Anadolu’da koyun ve keçi güdüldüğüne dair 12.000 yıl öncesine dayanan delillere rastlandı. Evcilleştirilen hayvanların iş gücü olarak kullanılması daha kapsamlı tarımsal faaliyetleri mümkün kılmış ve istikrarlı bir şekilde artan nüfusa et ve süt yoluyla ek besin sağlamıştı.

Tarım devriminin insanlık için çok çeşitli sonuçlar doğurduğu şüphe götürmez bir gerçek. İnsanların toprağa giderek artan bağımlılığı ve kıtlığa karşı duydukları korkunun bir sonucu olan toplumsal eşitsizlikten beslenmedeki düşüş ve evcilleştirilmiş hayvanlardan kaynaklanan bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkışına kadar birçok olumsuz şey bu devrimle ilişkilendiriliyor.

Ancak, tarımla başlayan bu yeni dönem büyük nüfus merkezleri, ilerleyen teknoloji, bilim, sanat ve ticarette gelişmelerle özdeşleştirilen medeniyetlerin öncüllüğünü ettiği modern toplumların müjdecisiydi.

İnsanlığın en büyük devrimlerinden biri olarak görülen Neolitik dönem ve 25 yıldır kazıların sürdüğü Aşağı Pınar Höyüğü hakkında merak ettiklerimizi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’a sorduk.

1963 yılında İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalında başladığı arkeoloji kariyeri boyunca, Çayönü, Yarımburgaz Mağarası, Toptepe, Hoca Çeşme, Mezraa Teleilat ve Kanlıgeçit gibi yerleşimlerde arkeolojik kazılar gerçekleştiren ve çok sayıda  yüzey araştırması yapan Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, dünyanın önde gelen arkeologlarından biri. Üyelikleri ve ödülleri arasında Amerikan Bilimler Akademisi Üyeliği ve İtalyan Devlet “Cavliere” Nişanı da bulunan Özdoğan, uluslararası nitelikteki pek çok makalenin yanı sıra Türk Arkeolojisinin Sorunları ve Koruma Politikaları, 50 Soruda Arkeoloji, Arkeolojinin Politikası ve Politik Bir Araç olarak Arkeoloji gibi kitapların da yazarı. Özdoğan ayrıca 25 yıldır devam etmekte olan Aşağı Pınar Höyüğü kazılarını yürütüyor.

Neolitik nedir? Neyi temsil ediyor?

Neolitik tanımı ilk başta tamamen teknolojiden çıkan bir kavram. Avrupa’da çok kazı yapılıyor, özellikle de endüstri devrimi sırasında çok kazı var. Bu kazılar sırasında geç dönemler kolay çıkıyor. Yunan ve Roma kaynaklarıyla karşılaştırarak anlaşılabiliyor. Ama bundan eski dönemler nasıl tarihlenir, bunların tarihleri nedir sorusunun yanıtı çok zor bulunuyor. Herkesin bildiği gibi 1800’lerin başında Thompson, Danimarka müzesinde teşhiri hazırlarken teknolojiden yola çıkarak Taş Devri, Bakır Devri, Demir Devri gibi bölümlere ayırıyor. Tamamen teknoloji çıkışlı. Bu görüş bir süre tartışıldıktan sonra genel kabul görüyor. Zaten o sırada Paleolitik dönemi temsil eden kazılar da iyi kötü başlamış durumda. Daha sonra Taş devrinin çok uzun bir dönem ve kendi içinde aşamaları olduğu anlaşılıyor. Taşların yongalanarak çıktığı dönem, bir de yongalanmadan kullanıldığı bir dönem gibi. Bunun üzerine Cilalı Taş Devri adı altında yeni bir isimlendirme yapılıyor. Bu da tamamen teknoloji çıkışlı bir ayrım, o dönemki yaşamla bir ilgisi yok. Daha sonrasında küçük aletlerin görüldüğü Mezolitik dönem adlandırılıyor.

Ne zamanki “Niye böyle değişiklikler oldu?” diye sorulmaya başladığı andan itibaren cilalı taşların, yani sürtme taş aletlerin tarımla birlikte olduğu, ondan önceki dönemde tarım olmadığı ve yeni bir beslenme alışkanlığını temsil ettiği anlaşılıyor.

Yerleşik hayat da dahil mi bu tanımlamaya?

Bu dönemde yerleşiklik kavramı çok oturmuş değil. Bu tamamen buluntulardan giden bir arkeolojinin olduğu dönem, yani 1800’lerden bahsediyorum. Soruların evrimiyle Neolitik tanımı değişmeye başlıyor. Ne zaman ki Yeni Taş Devrinde tarım var, Eski Taş devrinde ve Orta Taş devrinde tarım yok bilgisine ulaşılınca, o zaman senin sorduğun; tarım için ne gerekir: yerleşik yaşam gerekir. Yani beslenme modeli de yavaş yavaş bu tanıma girmeye başlıyor. Tarım ile Yeni Taş devri yani Neolitik özdeşleşince, o zaman temel soru; tarım nerede ve niye başladı oldu. İnsanlar niye, nerede ve nasıl tarıma geçtiler? Dolayısıyla yanıtlar da çeşitlenmeye başladı. Birçok görüş ortaya atıldı. Bunlardan en yaygını Gordon Childe’ın belli bir coğrafi ortama bağlı getirdiği önerileri. Başka öneriler de var fakat en kabul göreni Gordon Childe’ın ekonomiyle, yaşamla Neolitiği birleştirme kavramını getirmesi.

O sırada elde veri çok az. Neolitik dönem kazısı yok. Gordon Childe, insanlar tarıma niye geçerler, tarımın esası buğday, arpa, darı gibi şeyler. Bunların toplanması, besin elde edilmesi kolay şeyler değil. Bu sistem oturuncaya kadar çok zor bir olay. Gordon Childe, bu yüzden tarımın vahalarda, akarsu boylarında olabileceği gibi değişik kuramlar ileri sürüyor.

Size göre insanların tarıma geçişinin nedeni ne olabilir?

Tarım, dünyanın farklı yerlerinde farklı şekillerde başlıyor. İnsanlar bulunduğu çevrede, bulunduğu ortamda ne varsa değerlendirir. En azından Güneydoğu için söylüyorum; Körtik Tepe, Göbekli Tepe, Gusir Höyük, Nevali Çori, Çayönü gibi ilk yerleşmelere bakarsan, çok bol yemek olduğu için yerleştiklerini görüyoruz. Fakat tarım ve hayvancılık yapmıyorlar, avcılık ve toplayıcılık devam ediyor. Çevrede yiyecek bolsa niye göçsün? Fakat bunların bulunduğu çevrede yabani olarak buğday var, arpa var, mercimekgiller var. Bunları yavaş yavaş çeşni gibi değerlendirmeye başlıyorlar.

Bugün mesela Anadolu’daki geleneksel köylere baktığın zaman, kadınlar ısırgan otu çıktı deyip toplayıp gelirler, mantar çıktı deyip toplayıp gelirler. O dönemde de büyük olasılıkla bunları topluyorlardı. Toplamaya başladıktan bir süre sonra bunların diğer besinlere göre avantajını, çünkü ilk başta çok zor olmasına rağmen, getirdiği bir takım avantajlar var. Bu avantajları anlamaya başlayanlarla birlikte daha fazla toplamaya başlıyorlar. Daha fazla topladıkça ekmeye başlıyorlar. Ekmeye başladıkça, bir zaman sonra ana beslenme ona geçiyor.

Başlık ekle

Bereketli Hilal. F: Simone Riehl

Antropolog Jared Diamond, insanlık tarihindeki en büyük hatanın tarıma geçiş olduğunu söylüyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bence insanlık tarihindeki en büyük hata ağaçtan inmesidir. Ağaçtan inmememiz lazımdı, temel hata bu. İnmeseydik bunların hiçbiri olmazdı. Ateşin keşfi ikinci büyük hata bence. Tüm dünyayı yakıp yıkmanın gücüne kavuştuk bu sayede. Eğer hatadan gidersen, daha büyük hata endüstri devrimi. Endüstri devriminden daha vahim bir hatayı çok zor yaparsın. Neolitik, bunların yanında çok masum kalır.

Geçtiğimiz gün bir sunumunuzda Göbekli Tepe gibi büyük tapınaklarda hep erkek figürlerinin olduğunu, fakat daha lokal yerleşmelerde kadın figürlerinin olduğunu söylediniz.

Evet ama bu durum, Güney Levant veya Çin Neolitiği gibi bizim bölgenin dışında söyleyebileceğimiz bir şey değil. Bizim bölgemiz dediğimiz zaman tanımını iyi koymak lazım; Güneydoğu Anadolu, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak ve Batı İran’dan bahsediyorum. Bizim bölgemizde tuhaf bir şekilde kült yapıları ve tapınak yapılarında mutlaka ana figür erkektir ve fallus sembolizmi vardır. Toplumda ise hep kadın figürünü görüyoruz. Kadın figürünün görülmesi aslında daha normal çünkü kadın figürleri Üst Paleolitik dönemlerde de var, erkek figürü yok. Nerden erkek figürü tapınak ve kült alanlarına monte oldu, bunu bilmiyorum. Fakat kesin bir şey varsa, bir erkek kişi kavramı Neolitik yerleşmelerle birlikte bizim bölgemizde gözüküyor. Toplumun büyük kalabalığıyla, evlerle, ruhban sınıfı arasında bir ikilem var. Batıya doğru göç eden de hep çiftçilerdir. Kadın figürlerini de yanlarında götürüyorlar.

İnsanın ilk ortaya çıkışı, bilinen en eski aletlerin bulunmasıyla birlikte 3.4 milyon yıl öncesine çekildi. Fakat sadece 10.000 yıldır tarım yaparak ve yerleşik olarak yaşıyoruz. Sizce bu yaşam tarzına ayak uydurabildik mi?

İnsanlar ve toplumun hafızası çok zayıftır. Çok hızlı olarak, hep böyle yaşadık zanneder. Şöyle örnekler veriyim; mesela Anadolu’nun bazı bölgelerinde, Elazığ bölgesinde çalışırken ilk gittiğimizde şeker pancarını kimse tanımıyordu. 1968 yılında şeker pancarı yoktu. 1969 yılında devlet o bölgeyi şeker pancarına teşvik etti. 1971 yılında yemeklerin büyük bir kısmı şeker pancarından yapılıyordu. 1972 yılında birine sorduğum zaman; “Biz sülalece nesillerdir şeker pancarı eker ve yeriz.” demişlerdi.

Köyde yaşamış geleneksel Türk kadını kısadır, topludur, bacakları iridir. Şu andaki Türk gençlerine bak, uzun boyludur ve sipsivridir. Şu olaya çok şaşırmıştım. Berlin duvarı kalkmıştı, Almanya’nın birleşmesinin ilk aşamalarında izinle çıkmaya başladı Doğu Almanlar gezmeye. Kapıda durdum seyrediyorum. Benim bildiğim diğer taraftan, Almanlardan farklı bir ırk çıkıyordu sanki. Topu topu 50 sene yaşamışlar. suratlarındaki ifade, fiziki görünüşleri bile farklıydı. Yaşamın modülleri insanları çok kısa bir sürede etkiliyor.

Bir örnek daha vereyim sana, bu beni çok etkileyen bir örnektir. Biz 1968’den 1975’e kadar Keban kurtarma kazılarında çalıştık. Fırat Nehri’nde bir tane balıkçı vardı. Balık tutardı, satardı. Baraj geldi, göl doldu. Köylerin bağlantısı kesildi. Rize’den bir taka getirdiler, ona bir jip vitesi taktılar vs. 2004 yılında, su seviyesi çok düşmüş barajın ve höyüklerin bir kısmı ortaya çıkmış. Necmi’yle (Karul) biz gezmeye çıktık. Tülin Tepe’nin olduğu yerde, yani tam kıyıda bir sürü de gemi (taka) duruyordu. Bir tanesini kiraladık. Senin gibi bir genç bizi gezdiriyor. “Bu gemiler nerden geliyor?” dedim. “Biz yaparız.” dedi. “Burda gemi mi yapılıyor ki?” dedim. “Benim yedi ceddim gemiciydi.” dedi ve inanarak söyledi. 70’lerden beri 30 sene geçmiş sadece. Bugün mesela cep telefonunun olmadığı dönemi anlatınca herkese sanki Paleolitik devri anlatıyorum gibi geliyor. Dolayısıyla insanlar için adaptasyon çok kolaydır.

Biraz da Neolitiğin yayılımından bahseder misiniz?

Üst Paleolitik’ten itibaren, Anadolu’da geleneksel çerçi dediğimiz, dolaşan gezgin panayırlar gibi mal aktarımı var. Bir şeylerin aktarımı daima böyle olmuştur. Ama Neolitiğin yayılımında, biliyoruz ki bir göç var. Yani toplumsal hareket var. Resmen köylüler, yani çiftçiler göç ediyor. Bir toplumun bir yerden bir yere göç etmesi için, çok kötü koşullar ya da felaket olması gerekmez. Hiçbir felaketle kimse göçmez. Dünya tarihine bak, felaketle kimse göçmez. Ama “Öbür taraf çok daha iyi, gidin orda güzel bir hayat var.” dendiği anda, toplum buna inanırsa göçüyor. Göçtüğü zaman da okyanusta duruyor. Yani göç duygusu girdiği anda insanları tutamıyorsun.

Büyük bir olasılıkla, bu tüccarlardan Ege’yi vs duydular. Doğu ve Güneydoğu’da iklim bozulması da vardı. Denizden de bir yayılım var biliyoruz ki. Çiftçiler hareketlendiler. Bu çiftçiler giderken yanlarında tarıma aldıkları buğdayı, arpayı, tohumları götürdüler. Evcil hayvanları götürdüler ve son derece hızlı bir şekilde gittiler. Nereye kadar gidiyorlar? Okyanus’ta İngiltere’ye kadar gidiyorlar.


Tarımın başladığı Bereketli Hilal dediğimiz bölgeden İngiltere’ye kadar durmayan bir göç var yani?

İngiltere’ye kadar, 1000 yıldan kısa bir sürede gidiyorlar. Türkler Anadolu’ya Malazgirt’ten evvel, Anadolu’da iş var, çalışçak yer var diye geliyordu. Paralı asker olarak, işçi olarak, çiftçi olarak geliyorlardı. Bugün Almanya’ya giden, Avrupa’ya giden Türk sayısını düşün. “Oradaki yaşam iyidir.” diye bir haber geldiği anda insanlar gidiyorlar.

O halde mesela şu anki Suriyelilerin göçünü nasıl yorumluyorsunuz? Felaket sayılmaz mı göçlerinin nedeni?

Felaket sayılmaz çünkü onlara “Gel” diyen, “Gelirsen iyi hayat verilecek.” diyen var. Bunu biliyorlar. Bundan evvelki savaşlara bak, kimse göç etmemiş. Çok kötü olayların yaşandığı, Afganistan’da, İran’da yaşanmış olaylar var ama insanlar gitmemiş. İnsanlar, o tarafta daha iyi bir yaşam verileceğinin hissini aldığı anda gidiyorlar.

25 yıldır Kırklareli’ndeki Aşağı Pınar höyüğünde kazı yapıyorsunuz. Bereketli Hilal’den İngiltere’ye kadar olan bu Neolitik göçte Aşağı Pınar’ın yeri ve önemi nedir?

Aşağı Pınar tam bir temas noktası. Anadolu ile Avrupa’nın karadan değdiği nokta. Her şey Aşağı Pınar’dan gitmiyor tabii. Ege denizinden başka yollardan giden var, Akdeniz’den giden var, Kafkaslardan dolaşıp giden var… Ama ana kollardan biri buradan gidiyor. Biz o yolun üzerindeyiz. Aşağı Pınar buradaki tek nokta değil. Trakya’dan geçenleri anlamamızı sağlayacak yerlerden biri.

Buranın önemi şu; insanlar Anadolu’da yarı kurak bölgeden geliyorlar. Bütün Neolitiğin kurgusu, yarı kurak bölgenin mimari yaşamına göredir. Arada ormanlık bölgelerden geçiyorlar ama buraya kurulduktan sonra ormanların olduğu, daha farklı bir coğrafyaya göre dönüşüm geçiriyorlar. Yeni bir şey burada gelişmiyor. Anadolu’dan getirdiği malzeme, getirdiği kültür ve sosyal hafızasıyla olanlar burda var. Fakat burada doğal çevreden yararlanma şekli bölgeye uyduğu için; mesela burada uzun yapılar, uzun ahşap ivmeli yapılar gelişiyor ve bütün İngiltere’ye kadar o gidiyor. Aşağı Pınar’daki en eski tabakaya baktığımızda, büyük dörtgen yapılar, kırma çatılı yapılar… Anadolu’da kerpiçle olanı, burda ahşap ve sıvayla halletmeye çalışmışlar. En geç tabakalara baktığımızda ivmeli yapıları görüyoruz. Malzeme ve doğal çevre, insanları burada buna zorluyordu. Fazla yağış ve karın olduğu bölge, büyük ağaçların çok bol miktarda olduğu orman bölgesi, kerpiçin yerini ahşap kütüklerden yapılan en pratik eve dönüştürüyor.

Bizim ivmeli yapılar dediğimiz şey, Orta Avrupa’da “uzun yapılar” denilen şeydir. Onun için biz mesela sergi birimlerinde uzun evlerin kopyası, yani Aşağı Pınar’ın belli bir tabakasının değil, uzun ev kavramının kopyası olan samanlıklarla yaptık. O bakımdan Aşağı Pınar’ı, Anadolu’nun bir taşrası ya da Avrupa’ya giden Neolitiğin yeni bir çekirdeği olarak düşünmek lazım. Çünkü burada dönüşüm görüyoruz, bu çok ilginç.

Aşağı Pınar’da hiç mezar bulunmamasının nedeni ne olabilir?

Çekirdek bölgede, çanak çömleksiz neolitik dönemde ölüler yerleşme içine gömülür. Ama sonuna doğru, ölüler için ayrı şehirler yapmaya başladılar, ölüler kenti, nekropol. Batıya gelen grupların bir kısmı, ölülerin evlerin içinde olmadığı, yani ölülerin farklı bir yere gömüldüğü gelenekten geliyorlar. Orta Anadolu’dan, mesela Çatalhöyük’ten gelen grup ise hâlâ aynı geleneği sürdürüyor. Çatalhöyük’ten gelen grup, Göller yöresinden, Sakarya’dan Doğu Marmara’ya çıkan gruptur: Fikirtepe, Pendik, Ilıpınar, Barcın Höyük, Yenikapı gibi… Bu gibi yerleşimlerde ölüler yerleşmenin içinde ya da hemen dibindedir. Özellikle Akdeniz kıyısından batıya giden grupta ise, aynı Aşağı Pınar’da olduğu gibi hiçbirinde mezar yoktur.

Bu gelenekte ölüleri başka bir yere koyuyorlardı. Bunun ipucunu veren, Bulgaristan’da yeni yapılan bir kurtarma kazısı var. Aşağı Pınar ile çağdaş olan bu yerleşmede  yaklaşık 200 metrelik büyük bir hendek var. Bu hendeğin en son bittiği yerdeki 20 metrelik kısmında 15 tane mezar bulundu. Aşağı Pınar’daki hendekte ise şimdiye kadar 12 tane insan kemiği parçası bulundu. Hendeğin özel bir yeri olduğu düşünülüyor ve muhtemelen ölüler ile hendek arasında bir bağlantı vardı.

Son olarak Aşağı Pınar’da hâlâ yapım aşamasında olan açık hava müzesini biraz anlatır mısınız? Ne zaman bitmesi planlanıyor?

Açık hava müzesi kavramı bizle gelişen bir şey değil. Bildiğin gibi 1880’lerde itibaren başlıyor ve Avrupa’da çok yaygınlaşıyor. Bizim ülkemizde ise, büyük ören yerleri yani kendini gösteren arkeolojik yerleşmelerle beraber, ki bunun iyi örneklerinden biri Karatepe’dir. Avrupa’da prehistorik mimarinin korunması zor ve gelen ziyaretçinin bir şey anlamasının zor olduğu için modelleme ile çok farklı konseptlerde açık hava müzeleri yapılıyor. Kimi mesela daha çok köy mimarisi, günlük yaşam, kimi deneysel arkeoloji, kimi doğal çevre gibi.

Maalesef Türkiye’de biz başlayıncaya kadar, ilk Çayönü’nde denemeye başlamıştık ve kurguyu oturtmuştuk fakat sonra yarım kaldı o proje. Buna benzer proje baya arttı artık. Aşağı Pınar’da, o dönemin doğal çevresi, günlük yaşamı, köy yaşantısı, bir prehistorik köy, deneysel arkeoloji, geleneksel yaşam gibi farklı üniteleri bir araya getiren bir proje yapmaya çalıştığımız. Kurgu tuttu, çünkü bizden sonra Türkiye’de yaklaşık 11-12 tane açık hava müzesi yapımı başladı. Bizden daha hızlı gittiler ama en azından bu kavram Türkiye’de tuttuğu için beni çok mutlu etti.

Aşağı Pınar’daki açık hava müzesi projesi maddi olanaksızlıklar, yani parasızlıktan bitmiyor ama her sene en azından fikren bir şeyler daha geliştiriyoruz. Pes etmiş değiliz ve daha da geliştiriyoruz. Para bulundukça da parça parça yapımına devam ediliyor. Ama Türkiye’de olması gerekip de, şimdiye kadar olmayan bir modeli Aşağı Pınar’da yapıyoruz.

Aşağı Pınar Açık Hava Müzesi bittiğinde içinde ne gibi birimler olacak?

Şu anda bitirdiğimiz birimlerden bir tanesi tanıtım birimleri. Trakya’nın geleneksel mimarisi olan fakat köylerde yerinde korunamayan, prehistorik açıdan İngiltere’ye kadar giden uzun ahşap evlerin örneğini burada sergiliyoruz. İkinci olarak, doğal çevre ortamı. Trakya’da Neolitik dönemdeki farklı coğrafya ortamları, bugün olmayan fakat o dönemde bu bölgede yaşamış hayvanların maketlerinin bulunduğu bir doğal ortam. Diğer birim olarak bir zaman tüneli düşünüyoruz. Hem Trakya’nın jeolojik ve deniz çıkmasından, Erken Cumhuriyet dönemine kadar olan geniş bir zaman aralığını kapsayacak. Bunun içinde Neolitik, Tunç Çağı, Roma dönemi gibi hepsini içine alacak.

Aşağı Pınar’ın en ilginç kültür katı olan 6. tabaka evlerini, tamamen yerinde ve birebir ayağa kaldırmak ve Neolitik bir köyü sergilemek istiyoruz. Bir diğer birim, eğitim alanı dediğimiz alan. Çocukların ve mimarlık, arkeoloji öğrencilerinin çizim, mimari, kazı vs öğrenebileceği bir eğitim alanı olacak. Geleneksel tarım ve geleneksel zanaat alanı olacak. Çünkü Aşağı Pınar tarımla bağlantılı. Bugün artık endüstriyel tarım öncesi hafızalardan silinmek üzere. Ayrıca bunların yanında da, eğer gücümüz yeterse Aşağı Pınar kazısının tabakalanması ve mimarisini anlatan bir sergi alanı olacak. Bir de Tunç çağı yerleşmesi olan Kanlıgeçit’te, bir ilk tunç çağı çekirdek yerleşmesinin sergilenmesini düşünüyoruz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder