1 Ekim 2021 Cuma

İnsan diğer hayvanlar içerisinde nasıl tanımlanır biliyormusunuz?

 


İnsanın nasıl tanımlanabileceğine ilişkin ilk çağlardan itibaren bazı sorular sorulmaya başlanmış ve bu sorulara bazı felsefi önermelerle yanıt aranmıştır. İnsanın bilgi birikimi arttıkça ve bilimsel gelişmeler hızlandıkça insanın diğer hayvanlar arasında nasıl bir yeri olduğuna ilişkin çok daha açıklayıcı ve kapsamlı yanıtlar verilmeye başlanmıştır. Evrim kuramının bu yanıtların geliştirilmesinde önemli bir yeri vardır.

Peki insanın diğer hayvanlar arasındaki yerini nasıl tanımlayabiliriz? Bu soruya Metin Özbek, 50 Soruda İnsanın Tarihöncesi Evrimi (1) kitabında şöyle yanıt veriyor:

İnsanı nasıl tanımlarız?

İnsanın biyolojik yönünü ön plana çıkardığımızda onu tanımlamakta pek zorlanmayız. Kültürel yönü ise oldukça karmaşık bir görünüm sergiler. Çok iyi tanıdığımızı sansak da, her zaman bilinmeyen, keşfedilmeyen bir yanı hep kalmıştır. Ne zaman, ne yapacağı öngörülmeyecek kadar değişkendir bu türün. Dünyanın sınırsız geliştirici ve değiştirici gücüne sahip, en zeki, en yetenekli varlığı olsa da, unutulmamalıdır ki, o bir canlıdır ve de içinde yaşadığı dünyada evrimini geçirmiştir. Bu dünyada var olan tüm canlılarla belirli derecelerde yakınlığı bulunmaktadır. Peki, canlılar âleminin bir üyesi olan insanı yeterince tanıdığımızı ileri sürebilir miyiz?

Her şeyden önce, bir canlı olarak diğer canlılarla doğada aynı kaderi paylaşıyoruz; çevremizde varolan doğa koşullarına karşı geliştirdiğimiz ve diğer canlılardan farklı özel bir bağışıklık sistemimiz yoktur. Her canlı gibi bu çevresel etmenlerden biz de etkileniyoruz. Ayrıca, her canlı için geçerli olan temel gereksinimler bizim için de söz konusudur; yaşamımızı devam ettirebilmek için nefes alıyor, besleniyor, uyuyoruz. Evrimin bize kazandırdıklarına bakılırsa, doğanın pek de öyle güçlü bir varlığı sayılmayız. Ne aslan gibi sağlam ve güçlü bir pençemiz, ne timsah gibi parçalayıcı dişlerimiz, ne fil gibi iri bir cüssemiz, ne de ceylan gibi çevik bacaklarımız vardır. O halde bizi doğanın en güçlüsü kılan farklı bir özelliğimiz olmalı.

Sınırsıza yakın bir potansiyel mevcut; peki bunu mümkün kılan ne olabilir? Gerçekten de anatomimizin bu sıradanlığına karşın, bizi tüm canlılar dünyasının biricik yaratığı yapan ayırt edici bir özelliğimiz var; beynimiz. Tabii her canlının bir beyni vardır, ama diğer canlıların beyni biz insanlarınkiyle boy ölçüşemeyecek kadar basit bir yapıdadır. Hayvanlar âleminde beyin korteksi (kabuğu) en gelişmiş tür insandır.

Beynimiz, sahip olduğu soyut düşünce potansiyeliyle doğada benzeri bulunmayan bir organdır. Bu bağlamda, insanı en önemli ve en anlamlı kılan, insanlaşma sürecinde temel ivme olarak kabul edilen beyin kabuğundaki tipik gelişmedir. Gerçekten de, iki milyon yıl içinde özellikle beynin frontal, temporal ve parietal bölgelerinde geçirdiği benzersiz evrim, onu çok özel bir canlı haline getirmiştir. Her ne kadar olağandışı beyin örüntümüzle bu benzersizliğe sahip olsak da, diğer canlılardan kopmuş doğaüstü bir varlık da sayılmayız.

Her canlı, içinde yaşadığı ortamda varlığını sürdürme olanağı sağlayan karmaşık ve özgün bir uyum stratejisi geliştirmiştir. Bu uyumsal örüntü aslında insan için de geçerlidir. Tüm canlılarda olduğu gibi, insanın da biyolojik bağlamda birtakım sınırlamaları vardır. Amipten insana tüm canlıların ortak stratejisi hayatta kalabilme mücadelesi vermektir. Bunun işleyiş biçimi de bir canlıdan diğerine değişir. İnsan da diğer hayvanlar gibi yaşamını sürdürmek amacıyla gereksinim duyduğu enerjiyi diğer canlıları yiyerek karşılar. Sonra her canlı gibi zararlı ve gereksiz maddeleri vücudundan atar. Türünün yok olmamasını sağlayan sürecin bir gereği olarak, bir sonraki kuşağın bireylerini üretir. İnsan cinsinde bu işlevi üstlenen organlar diğer canlılarınkinden pek de farklı sayılmaz.

Açıkça görüldüğü gibi, ‘İnsan kimdir? Nedir?’ tarzındaki sorulara yanıtlar ararken, kendimizi sonu gelmeyecek bir dizi açıklamanın içinde bulduk. İnsan sözcüğüyle tam olarak ne anlatmak istediğimizi ortaya koyarken doğrusu biraz zorlanıyoruz. Anatomik özelliklerini ön plana çıkardığımızda, insanı şu şekilde tanımlayabiliriz: Kalça kemikleri ve bacakları iki ayak üzerinde durmaya uyum sağlamış, kolları bacaklarından daha kısa, çok iyi gelişmiş olan başparmağı diğer tüm parmakları ayrı ayrı karşılayabilme olanağına sahip bir canlı. İnsanda elin çok hassas bir tutma özelliği vardır. Başka hiçbir canlıda bu tip bir özellik görülmez.

Yukarıda, insanın anatomik açıdan sahip olduğu özelliklere vurgu yaparak verdiğimiz tanım, söz konusu canlı insan olunca çoğu zaman yetersiz kalmaktadır.

İnsan, düşünen, olaylar karşısında kafa yoran, bilimi ve sanatı yaratan, kendine özgü iyilik ve kötülük kavramlarına sahip, kanunlar yapan ve bunları uygulayan bir varlıktır.

İnsan çevresini değiştirdikçe devamlı kendi de değişir. Yarattığı her düzeydeki kültürel ürün, onun dünyasının ne denli zengin, karmaşık ve çeşitli olduğunun bir göstergesidir. Giderek doğadan kopmasının bir sonucu olarak insan, doğayı gözlemler bir konuma girdi. Bu dünyada biricikliğinin bilincine vardıkça ve bu duygu keskinleştikçe merakı, onu içinden geldiği, türediği çevreye geri dönüp bakmaya itti. Durmadan genişleyen evreninde gördüklerini açıklamaya, kendince yorumlamaya koyuldu. Bu evreni kendi amaçları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye yeltendi. Ona belli ölçülerde kendini bağladı ya da ondan koptu. Kimi zaman korku, kimi zaman sevgi ya da hor görme duyguları içinde baktı bu evrene. Geliştirdiği ve sağlamlaştırdığı kültürel kafesin içinde yaşadıkça, kendinde bir şeylerin eksik olduğunu yavaş yavaş duyumsamaya başladı. Bu yalnızlık ve kopukluk onu çoğu kez mutsuzluğa itti.

Her canlının bir yaşam stratejisi vardır; insanın ayırt edici özelliği, bu açıdan diğer canlılardan farkı, bu stratejiyi içgüdüsel olarak değil de bilinçli olarak kurgulamasıdır. İnsan, kendine özgü değerler sistemi yaratmıştır. Çok zengin ve bir o kadar da çeşitli imgelerle karşımıza çıkar. Bizim seçtiğimiz bilimsel imge onun sahip olduğu imgelerden sadece bir tanesidir. Bugün insanla ilgili edindiğimiz imge bir son aşama kabul edilemez; çünkü bilim düzenli ve sürekli olarak her defasında yeni mesajlar sunmakta ve biz bunları değerlendirdikçe insan hakkında oluşturduğumuz imgenin zamanla değiştiğine tanık olmaktayız. (2) Yaptığı, yarattığı ve de kendisi ne olursa olsun, her defasında yeni bir çehre ile zaman ve mekânın belirli bir kesitinde onu görürüz. Bilindiği gibi, üçgen prizmayı andıran bir kaleydoskop içindeki renkli (sarı, yeşil, kırmızı ve mavi) parçacıklar çok değişik görüntüler verir. Kaleydoskop her sallandığında ortaya çıkan görüntü benzersizdir ve geçicidir. Kalıcı olan sadece üç yüzlü kaleydoskopun kendisidir. Zaman, mekân ve koşullar tüpü çevirir ve böylece insanın yarattığı değerler altüst olur; yeni mekânlar, yeni zamanlar ve yeni koşullarda yeni görünümler ortaya çıkar. Bu nedenledir ki, insan nedir, kimdir sorularına yanıt bulmakta her defasında zorlanırız.”

Haftaya yeni bir soruyla bir araya gelene kadar insan beyninin evrimi konusunda şu kısa videoya göz atmak eğlenceli olabilir:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder