“Şiddetten, kadına uygulanan şiddetten bahsettiğimiz zaman, kimsenin aklına bu şiddeti kimin uyguladığını sormak gelmiyor… Oysa şunu kabul etmek gerekir ki kadınlara yönelen şiddet bütün bir İnsanlık tarihi boyunca ve şimdi de, İnsanlığın diğer yarısını oluşturan cinsiyetten gelmiştir. Elbette kadınlara şiddet uygulayan kadınlar da var (…) fakat genellikle söz konusu olan erkek şiddetidir.”
İki sene önce, Ekim 2017’de, ölümünden kısa süre önce katıldığı bir
konferansta şiddetin doğasını biyolojinin perspektifinden bu sözlerle
yorumlayan Fransız antropolog Françoise Héritier insanı “dişisine şiddet
uygulayan tek tür” olarak tanımlamıştı. European Journal of Archaeology’nin son sayısında yayımlanan bir biyoarkeoloji çalışması Héritier’nin
tespitine nicel bir boyut kazandırdı. Arkeolojik bulgulara ilk defa
toplumsal cinsiyet perspektifinden bakılan çalışmanın ana üssünü Neolitik
İberya oluşturuyor.
Avrupa kıtasının İspanya ve Portekiz’i kapsayarak Akdeniz’e uzanan kara parçalarından İber Yarımadası’nın 21 farklı bölgesinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılara ait bulgular erkek üstünlüğüne dayalı toplumsal yapının ve cinsiyet eşitsizliğinin başlangıç noktasını Neolitik Çağ’a, yani MÖ 8000’lere çekiyor. Kadının uğradığı fiziksel şiddetin çıkış noktasını toplumsal düzeydeki eşitsizlik olarak kabul edersek, bu hesapla erkekler kadınlara 10.000 yıldır sistematik şiddet uyguluyor.
Nitekim İspanya’daki Seville Üniversitesi Tarihöncesi ve Arkeoloji Bölümü araştırmacılarının bulguları erkeklerin bu üstünlüğü bizatihi şiddetin kullanım ve denetimi üzerinden sağladığını da ortaya koyuyor. Nasıl mı?
Kazı alanlarında ulaşılan kemiklerin, aletlerin ve çizimlerin
istatistiksel analize tabi tutulduğu çalışmada kadın ve erkeğin toplumsal
konumları iki ana başlık altında değerlendirilmiş: Demografik özellikler
ve gömü pratikleri. İlk kategori cinsiyetlerin oranı, beslenme, genetik
veriler, hastalıklar ve alınan darbeler bakımından kadın ve erkek
arasındaki farkları kapsarken ikinci kategoride değerlendirmeler gömme
biçimi, gömünün bireysel mi kolektif mi olduğu, gömü alanının konumu,
gömülen vücudun pozisyonu, birlikte gömülen nesneler gibi özellikler
incelenmiş.
Ortaya çıkan sonuçların istatistiksel açıdan anlamlı kabul edilecek aralığa düşmesi için örneklem grubunun yeterince büyük olması gerekiyor; dolayısıyla kimi başlıklar erkekler ya da kadınlar lehine belli şablonlara işaret etse dahi işin matematik kurallarına takılıyor. Fakat yine de sonuçlar şu genellemeyi değiştirmiyor: Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik görünen o ki bugün olduğu gibi 8000 yıl önce de giderek karmaşık ve hiyerarşik bir biçime bürünen toplumsal yapının temelinde yatıyor.
Baştan söyleyelim: Toplumun ya da topluluğun üst kademelerini işgal
edenler erkekler miydi yoksa kadınlar mı, arkeolojik bulgular ipucu
vermiyor. Fakat toplamda kadınlara ve çocuklara kıyasla daha fazla
gömüldüğü tespit edilen erkekler, özellikle şiddeti temsil eden sahnelerin
tekelini almış görünüyor. Daha az sayıdaki kadın gömülerine seramik kaplar
eşlik ederken erkekler avlarda kullanılan mızrak, ok gibi silahlarla yan
yana yatıyor.
Her iki cinsiyeti eşit derecede etkileyen diş ve eklem hasarları ile metabolik sorunlar bir yana, kafatası, kaburga, kol ya da burun kemiğine alınan darbeler erkek bedenlerinde bulunuyor. Karbon ve azot izotoplarının dokulardaki oranından yola çıkarak tetkik edilen besin kalemleri et tüketimine işaret eden azotun erkeklerde biraz daha fazla olduğunu gösteriyor.
En önemlisi de mağara duvarlarına ve kayalara resmedilmiş av sahnelerinde kadınlara hemen hiç rastlanmıyor. Şiddetin çeşitli kullanım biçimleri üzerinde temellenmiş bu erkek üstünlüğünün türün sağkalımında oynadıkları rolden ötürü meşru olduğu düşünülmesin. Et tüketimi elbette modern insana geçişte kritik bir dönemeç, ancak toplam kalori açısından bakıldığında asıl yük avcı-toplayıcı toplumun toplayıcı konumundaki kadınlarının omzunda; tıpkı türün devamlılığını sağlayacak olan çocukların bakımı gibi.
Hal böyle olunca erkeklerin üstünlüğü rasyonel nedenlere dayanmaktan çok
şiddetten beslenen ve muhtemelen şiddet yoluyla sürdürülen bir kültürel
öğe olarak ortaya çıkıyor.
Françoise Héritier ile sözü açtık, yine onunla bitirelim. Yukarıda bahsi
geçen konferansta kendisine şiddetin erkeklerin “doğasından” mı geldiği
sorulduğunda bakın ne diyor:
“Doğadan bahsediyorlar. Özünde egemenlik kurmak olan, erkeklerde kendini
daha da baskın biçimde gösteren, adeta hayvani bir doğadan…
Her halükarda bunların hepsi palavra! Burada doğadan değil kültürden bahsetmek gerekiyor! İnsanlar sırf düşünme yetisine sahip oldukları için cinsiyet rollerinin farklı değerlere sahip olduğu bir sistem inşa edebildiler. Bu anlamda bizler erkeklerin dişileri öldürdüğü tek türüz. Dolayısıyla burada hayvanilikten ya da doğadan değil, aksine düşünme yetisinden, kültürden, zihinsel inşadan bahsetmeliyiz. Ve de bunların mücadeleyle değiştirilebileceğini bilmeliyiz.”
Kaynak
Marta Cintas-Pena ve ark., “Gender Inequalities in Neolithic Iberia: A
Multi-Proxy Approach”, European Journal of Archaeology, 20 Mart 2019.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder