Francis Bacon ve çağdaşlarının birçoğu “Eğer doğayı anlamak istiyorsak Aristoteles’in yazılarına değil doğaya başvurmalıyız” şeklindeki yaklaşımlarında ısrar ederlerken, çağlarının bilimsel tutumunu özetliyorlardı. O dönemden beri, tek tek olguların gözlenmesinden genel yasalara varmak anlamına gelen tümevarım yöntemi bilimlere hâkim olmuştur. Bilimde ve günlük yaşantıda böylesine belirleyici olan ve otoritesi geniş bir kesimce sorgulanmadan kabul edilen tümevarım ilkesinin güvenilirliği hakkında bilim felsefesi alanında çok önemli tartışmalar yapılmıştır.
Özellikle David Hume’un tümevarım ilkesine yönelttiği eleştiriler, bu ilkenin üzerindeki felsefi tartışmalarda önemli bir yere sahiptir. Hume, tekil gözlemler ne denli çok olursa olsunlar, mantık açısından bu gözlemlerden bütün ile ilgili genel bir önermeye varılamayacağını söyler. “A” olayı ile beraber “B” olayını gözlersek, bu gözlemimiz binlerce defa da tekrarlansa, mantıkça bu olayların hep birbirini takip edeceğini söyleyemeyiz. Hume’a göre bu birliktelik beklentimiz mantıksal değil, psikolojiktir. Hume’un tümevarıma getirdiği eleştiri, “Hume’un sorunu” olarak da adlandırılmış ve birçok felsefeciyi meşgul etmiştir.
Bazı felsefeciler, örneğin Rudolf Carnap, tümevarımla varılan genel önermenin olasılıksal olduğunu, yapılan gözlem ve deneylerin çokluğunun tümevarımsal genellemenin güvenilirliğini artırdığını söylemiştir.Ünlü ekonomist John Maynard Keynes, bilimde ve gündelik hayatta olasılıksal tümevarımcı bir yaklaşımın kullanıldığını göstermiştir. Ayrıca istatistikçi R. A. Fisher, matematikçi Von Mises, fizikçi ve felsefeci Hans Reichenbach da olasılık teorileri üretmişlerdir. Tümevarım yaklaşımının komple bir kenara bırakılmasındansa olasılıkçı yaklaşımlar geliştirilmesini önemsiyorum.
Tümevarımı olasılıkçı bir yaklaşımla daha sofistike bir tarzda savunan sözü edilen yaklaşımlara karşın Popper, kendini “tümevarım-karşıtı” olarak tarif etti ve çağdaş bilim felsefesinin en çok gündemde olan metotlarından “yanlışlamacılığı” (falsification) savundu. Bilimsel ilerlemenin, olguların yığılmasıyla ya da açıklanmasıyla değil ileri sürülen hipotez ve teorilerin katı bir biçimde sınanması, eleştirilmesi ve yanlışlanmasıyla ilerlediğini söyledi.
Popper, teorinin gözlemi öncelediğine vurgu yapar. Neyin gözleneceği bile gözlemcinin belirlemesine bağlıdır. Bu da bizi, boş bir zihinle (tabula rasa) gözlemin yapılmadığı sonucuna götürür. Popper, bunu bilimsel açıdan sorun olarak görmez, bilim insanının sezgi ve becerisine vurgu, Popper’ın yaklaşımında özel bir yere sahiptir.
Önemli olan, bilim insanının ortaya koyduğu hipotez veya teorinin sınamaya açık olması, yanlışlanma imkânının bulunmasıdır; bilimselliğin gerçek ölçütü budur. Yanlışlanan teori, ya düzeltilir ya da bir kenara bırakılır. Başarılı bir bilimsel teori, apaçık şekilde ortaya konan, mümkün olan en çok şekilde yanlışlanma imkânı tanıyan ve buna rağmen yanlışlanamayan teoridir.
Deneme, yanılma ve düzeltme şeklinde ilerleyen bilimsel araştırmalar daha sofistike olabilirler, ama Popper’a göre nihai olarak doğrulama (tümevarım sorunu nedeniyle) mümkün değildir. Popper’ın yaklaşımına göre “Belli basınçta ve derecede ısıtılan su kaynar” veya “Ay’ı Dünya yörüngesinde çekim gücü tutar” gibi en çok güvendiğimiz önermelerin bile doğru olduğunu ileri süremeyiz fakat bilimsel olduklarını söyleyebiliriz. Bilimsel önermelerin mutlak olarak iki şartı yerine getirmesi gerekir; bunlardan birisi mantığın temel ilkelerinden “çelişmezlik koşulu”nu gözetmesi, diğeri “yanlışlanabilirlik koşulu”nu sağlamasıdır.
Popper, Darwin’in Evrim Teorisi’ne karşı özel bir ilgi duyuyordu. Herbert Spencer’ın hatırası için Oxford Üniversitesi’nde düzenlenen “Evrim ve Bilgi Ağacı” (Evolution and The Tree of Knowledge) isimli bir ders verdi.
Popper’ın ilgisinin en önemli sebebi ise, kendi ifadesine göre, bilimsel bilginin deneme ve yanılmayla ilerlediğine ilişkin bilim felsefesindeki görüşünün, Darwin’in uyum sağlayamayan türlerin elendiğine dair görüşüne benzerliğidir. Popper’a göre önce teori ortaya atılır, Darwin’e göre ise önce varyasyonlar oluşur; Popper’da yanlışlamayla eleme olur, Darwin’de ise doğal seleksiyon sürecinde elenmeler gerçekleşir.
Popper, ilk olarak Tarihsicili€in Sefaleti (The Poverty of Historicism) isimli eserinde, Evrim Teorisi ile ilgili epistemolojik sorunları irdeler. Yeryüzünde hayatın veya insan toplumunun evriminin, özel bir tarihi sürece karşılık geldiğini, ancak bu sürecin betimlenme tarzının bir kanun değil, sadece tekil bir tarihi önerme olduğunu söyler. Şu ya da bu şekilde formüle edilen bir kanunun, bilim tarafından ciddi bir biçimde ele alınmadan önce yeni örneklerle test edilmesi gerektiğine dikkat çeker.
Fakat Evrim Teorisi’nde sadece özel bir tarihsel dönem ile sınırlı kalındığından dolayı bir evrensel hipotezi test etmeyi ve de bilim tarafından kabul edilebilir bir doğa yasası bulmayı ümit edemeyeceğimiz sonucuna varır. Popper, daha sonra bu konuyu özel olarak ele aldığı makalesinde, Darwinizm’in test edilemeyeceğini (yanlışlanamayacağını), bu yüzden bilimselliğin kriterlerini karşılamadığını ve “metafizik bir araştırma programı olduğunu” belirtir. Popper’ın bütün metafizik programlarını değersiz görmediğini, Evrim Teorisi idealindeki bilimselliğin kriterlerlerini karşılamasa da, yararlı metafizik bir görüş olarak değerlendirdiğini de belirtmeliyiz.
Popper, Mars’ta üç tür bakteri bulursak, Darwinizm’in yanlışlanıp yanlışlanamayacağını sorduğumuzda, cevabın “yanlışlanmayacağı” olduğunu söyler. Çünkü bu var olan türlerin, mutasyona uğramış evvelki türlerin adapte olmuş yegâne formları olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şeyi Mars’ta tek bir tür bakteri de bulsak, herhangi bir başka sayıda bakteri veya başka canlı organizma bulsak da söyleyebiliriz. Bu da bize, Evrim Teorisi’nin, yanlışlanamayacak ve öngörüde bulunamayacak şekilde formüle edildiğini gösterir.
Çünkü Mars’ta hangi canlı türlerini bulmayı beklememiz gerektiğini bu teori tahmin edememekte ve yanlışlanma olanağı tanımamaktadır. Bir teorinin bilimsel kriterlere uygunluğunu, mümkün olduğunca yanlışlanmaya açık bir şekilde iddialarını belirtmesine ve öngörüde bulunarak kendisini tehlikeye atmasına bağlayan yanlışlamacı yaklaşımının kriterlerini, Popper, Evrim Teorisi’nin karşılamadığını düşünmüştür.
Birçok kişi, Popper’ın koyduğu kriterlere göre Evrim Teorisi bilimselliğin kriterlerini karşılayamıyorsa, o zaman sorunlu olanın Evrim Teorisi değil fakat Popper’ın bilim felsefesindeki yaklaşımı olduğunu ifade etmiştir. Bu tip eleştirilerin ve de baştan değerlendirmelerinin etkisiyle Popper, Evrim Teorisi’ne getirdiği eleştirilerinin bir kısmını sonradan geri çekmiştir.
Önceden Darwinizm’in, “durumsal mantık” (situational logic) uyguladığını söylemişti. Darwinci yoruma göre, türlerin içinde çeşitliliğe yol açan bazı değişiklikler (varyasyonlar) olur, bu varyasyonlardan bazısı doğal seleksiyonla seçilir, bazıları yok olur. Bu yorum, türlerin oluşumu için bir süreç tarifi yapar fakat gözlemlenen bu sürecin sonucudur.
Söylenen “Çevreye uyum sağlayanın yaşadığıdır” fakat “Yaşayan kim” diye sorarsak bu sorunun cevabı da “Çevreye uyum sağlayan” şeklindedir. Popper, duruma göre uygulanan bu mantığın bir totoloji olduğunu söylemişti. Popper önceden bu tarzda bir totolojinin yanlışlanabilmesine olanak olmadığını söylemişti. Sonradan ise doğal seleksiyonla ilgili açıklamaları totoloji olarak değerlendiren bu yaklaşımının hatalı olduğunu ifade etti. Gerçekten de bazı türler koşullar gereği yaşamaya devam ederken bazı türlerin yok olduğu gözlenebilen bir olgudur; Popper’ın bunu başta “totoloji” olarak değerlendirmiş olması hatalıdır.
Popper’ın evrim hakkındaki söyledikleriyle ilgili yaptığı düzeltmeyi okuduğumda; Popper’ın, Evrim Teorisi’nin yanlışlanabilirlik kriterini karşılamadığıyla ve “metafizik bir araştırma programı olduğu” ile ilgili beyanında bir düzeltme yapmadığı kanaatine varıyorum. Eleştirilerini geri çekerken kullandığı şu tip ifadeleri bunu göstermektedir: “Bu, yüksek derecede etkili ve güçlü bir teoridir.
Bu teorinin evrim sürecini tamamen açıkladığı, elbette aşırı bir iddiadır ve doğruluğu ortaya konmaktan çok uzaktır… Ancak Darwin’in Evrim Teorisi’ne en önemli katkısı olan doğal seleksiyon teorisinin test edilmesi zordur… Benim bu konudaki çözümüm doğal seleksiyon teorisinin en başarılı metafizik araştırma programı olduğunu söylemektir
Popper’ın Evrim Teorisi hakkındaki düşüncesinin tam olarak ne olduğu tartışma konusu olmuştur. Ben, bunun çok önemli olmadığı, daha ziyade önemli olanın bu teorinin bilimselliğin kriterlerini ne kadar karşıladığını saptamak olduğunu düşünüyorum.
Ernst Mayr’ın da dikkat çektiği gibi, bilim tarihi incelendiğinde, bilimsel teorilerin reddedilmesinin gerçek sebebi bu teorilerin apaçık yanlışlanması olmamıştır fakat daha basit ve daha muhtemel bir teorinin ortaya konması eski teoriyi bir kenara bıraktırmıştır. (Mayr’ın bu yaklaşımı, benim de benimsediğim “en iyi açıklamayı bulma” kriterine denk düşmektedir.)
Bilim tarihindeki ilerlemelerin yanlışmalarla olduğu söylenemez. Mayr, ortaya konulan yeni teorinin -özellikle biyolojide- olasılıkçı yoruma dayanan bilimsel çıkarımlara uyduğunu; mutlak deliller aramamak gerektiğini söyler. Bilim insanının pragmatik olduğuna ve yeni bir teori ileri sürülünceye kadar eskisinden memnun olduğuna dikkat çeker. Darwin’in de bu şekilde düşündüğünü ve Evrim Teorisi’nin, matematiksel deliller gibi mutlak olduğunu ileri sürmediğini; bu teorinin, alternatif görüşlerden daha muhtemel olduğu için kabul edilmesi gerektiğini söylediğini belirtir.
Eğer bilimselliğin kriterini “yanlışlanma” olarak alırsak, bu kriterin katı bir uygulayıcısı, tarihsel uzun bir süreç ve biyoloji gibi kompleks varlıkların alanıyla ilgili Evrim Teorisi’nin bu kriteri karşıladığını söylemekte zorluk çekecektir. Ben, yanlışlamacı yaklaşımın bilim felsefesine katkısının yadsınamaz olduğunu düşünmekle beraber, bilimselliğin kriterinin salt yanlışlanmaya indirgenmesinin hatalı olduğunu düşünüyorum.
Bu yüzden yanlışlanmacı yaklaşımla ilgili birkaç açıklama yapacağım. Popper’ın tümevarım yaklaşımı hakkındaki şüpheleri, tekil yanlışlamalara uygulanırsa, o zaman bu tekil yanlışlamaların da yapılması mümkün olmaz. Örneğin tikel gözlemle “Kuğular beyazdır” veya “Yüz derecede ısıtılan su kaynar (belli bir basınçta)” önermelerinin yanlışlanması; tek bir siyah kuğu gözlemiyle veya tek bir yüz derecede kaynamayan su gözlemiyle yapılabilir.
Fakat gözlemlerimizin de teori güdümlü olduğunu ve birçok gözlemin teorik unsurlar kadar başlangıç koşullarını da ihtiva ettiğini hatırlayalım. O zaman birisi bu tikel gözlemlere, bu gözlemlerin varsaydığı teorik tabanın veya başlangıç koşullarının yanlış olduğu temelinde itiraz edebilir. Örneğin kuğu zannedilen siyah canlının aslında kuğu olmadığı, kuğunun ne olduğuyla ilgili teorinin yanlış olduğu veya suyun kaç derecede olduğunu ölçen aletlerin bozuk olduğu gibi temellerde tikel gözlemlere itiraz edilebilir.
Böyle olunca tikel yanlışlamalarla bir teoriyi reddetmek de mümkün olmaz. Kısacası tümevarım sorununa uygulanan şüpheci yaklaşımı tikel gözlemlere taşırsak yanlışlamacılığın zemini olan tikel gözlemlerden hareketle bilim yapmak da mümkün olmaz. Böylesi şüpheler temelinde hareket edildiğinde tümevarım yaklaşımı gibi yanlışlamacılığın da ciddi sorunlar barındırdığı görülmektedir.
Bilim felsefesinde yanlışlamacılığa getirilen en önemli itirazlardan biri Quine-Duhem tezi olarak bilinir. Bu teze göre bir teori hiçbir zaman kendi başına test edilemez. Teoriyi teste tabi tutmak için yardımcı hipotezler ve başlangıç koşulları varsayılmalıdır, dolayısı ile teori bu yardımcı hipotezlerle beraber test edilir. Ancak bu teorilerin kesin olarak yanlışlamasını ciddi anlamda zora sokar.
Çünkü teori potansiyel yanlışlama ihtimali olan bir gözlemden, yardımcı hipotezler red edilerek kurtarılabilir. Galileo’nun Ay’a teleskopla bakıp “Ayın yüzeyi parlaktır” teorisini yanlışlamasını ele alalım. Galileo teleskopla gözlem yaparken bir sürü yardımcı hipotez kullanır, mesela teleskopun sağlıklı bir gözlem aracı olduğunu, görüntüyü bozmadığını varsayar.
Benzer şekilde Dünya atmosferinin ona dışardan gelen ışığı etkilemediğini varsayar. Parlak Ay teorisini savunan biri, bu yardımcı hipotezlerden birini reddederek teoriyi yanlışlamacılığa karşı kurtarabilir. Nitekim Galileo’nun çağdaşı olan Aristocu astronomlar teleskopun görüntüyü bozduğunu ve güvenilir bir gözlem aracı olmadığını iddia ederek teorilerini yanlışlamaktan korumuşlardır. Aslında birçok teori, verilen örnekten çok daha komplekstir ve gözlemlemesi zor sistemlerde yardımcı hipotezlerin sayısı çok yüksektir, bu yüzden bu tür teorileri tamamı ile yanlışlamak çok zordur.
Ben, bilimsel çabayla muhtemel açıklamalar içinde en iyinin bulunmaya yönelinmesi gerektiğini düşünüyorum. (Tabi açıklamanın hangi kriterler çerçevesinde diğerlerine tercih edilmesi gerektiği, bir açıklamayı başka açıklamaya göre neyin daha iyi yaptığı da felsefeciler arasında tartışma konusudur. Bu geniş konuya burada değinmeyeceğiz.)
Daha önceden dikkat çektiğim gibi bilimin yöntemi muhtemel açıklamalar içinde en iyiyi bulmaktır. Bu yaklaşımıma göre tarihsel tekrarlanamayan bir süreçle ilgili olma gibi bir husustan dolayı bir teorinin bilimsel olmadığı söylenemez. Fakat bir teorinin açıklamalarının daha iyisini bularak bu teoriye itiraz getirebilirsiniz; benim gibi düşünenler (bilim felsefesindeki yaklaşımımı paylaşanlar) için en temel kriter budur.
Bu kriterden hareket ettiğimde ise Evrim Teorisi’nin (evrimsel sürecin mekanizmalarının ve hayat ağacındaki birçok detayının hala tartışmaya açık olduğunu düşünmekle beraber) başarılı bilimsel bir yaklaşım olduğunu söyleyebilirim.
[1] Alan Chalmers, Bilim Dedikleri, 3. Baskı, çev: Hüsamettin Arslan, Vadi Yayınları, Ankara (1997), s. 30.
[2] Bryan Magee, Karl Popper’ın Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Çev: Mete Tunçay, Remzi Kitabevi, İstanbul (1982), s. 18-19.
[3] Rudolf Carnap, On Inductive Logic, (ed: Baruch A Brody ‘Readings in The Philosophy of Science’ içinde), Prentice Hall, New Jersey (1970), s. 451-474.
[4] Rudolf Carnap, Statistical and Inductive Probobility, (ed: Baruch A Brody ‘Readings in The Philosophy of Science’ içinde), Prentice Hall, New Jersey (1970), s. 443.
[5] Karl R. Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, çev: İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul (2001), s. 106-107.
[6] Karl R. Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, çev: İlknur Ata ve İbrahim Turan, Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi, İstanbul (1998), s. 130-134.
[7] Karl R. Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 114-115.
[8] Karl R. Popper, Darwinism as a Metaphysical Research Program, (ed: Michael Ruse, ‘But is it Science’ içinde), Prometheus Books, New York (1996), s. 144.
[9] Karl R. Popper, Tarihsiciliğin Sefaleti, çev: Sabri Orman, İnsan Yayınları, İstanbul (2000), s. 113.
[10] Karl R. Popper, Darwinism as a Metaphysical Research Program, s. 144-145.
[11] Karl R. Popper, Darwinism as a Metaphysical Research Program, s. 147.
[12] Karl R. Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 168-170.
[13] Karl R. Popper, Darwinism as a Metaphysical Research Program, s. 145.
[14] Karl R. Popper, Natural Selection and Its Scientific Status, (ed: David Miller, ‘Popper Selections’ içinde), Princeton University Press, New Jersey (1985), s. 240-243. Burada çevrilen cümlelerin İngilizce orijinali ise şöyledir: “This is an immensely impressive and powerful theory. The claim that it completely explains evolution is of course a bold claim, and very far from being established… However, Darwin’s own most important contribution to the theory of evolution, his theory of natural selection, is difficult to test… My solution was that the doctrine of natural selection is a most successful metaphysical research programme.”
[15] Ernst Mayr, The Growth of Biological Thought, s. 26-27.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder